Acıbadem Sağlık Bilimleri Dergisi
Permanent URI for this communityhttps://openaccess.acibadem.edu.tr/handle/123456789/1
Browse
Item Nöroşirürjide Rezeksiyon Cerrahisi ile Stereotaktik Beyin Biyopsilerinde İntraoperatif Tanı - Başarı ve Başarısızlık Ölçütleri(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Sav, AydınÖZET Amaç: Sinir sisteminin hastalıklarının cerrahi ve medikal tanı/tedavilerinde kullanılan bir yöntem olan intraoperatif tanı cerrahi rezeksiyon ve stereotaktik girişimlerde kullanılır. İntraoperatif tanı yöntemlerinin özgüllüğü, duyarlığı ve genel doğruluk derecesi tanı / tedaviye katkıda bulunan intraoperatif tanı ölçütlerinin çözümlemesidir. Materyal: Marmara Üniversitesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü Patoloji Laboratuarına 1995-2003 yılları arasında gelen cerrahi rezeksiyon materyali (n=529) ve stereotaktik beyin biyopsilerine (n=368) [toplam=897] İOT’larda kullanılan dokundurma ve ezme preparatlar tekrar değerlendirilmiştir ve İOT’lerle parafi n blok tanıları karşılaştırılmıştır. Bulgular: Rezeksiyon cerrahisi ve stereotaktik biyopsilerde sırasıyla özgüllük %98 / 91, duyarlık %99.2 / 97 ve genel doğruluk derecesi %97.2 / 96.8 dir. Rezeksiyonlarda duyarlığı etkileyen lezyonlar infl amatuar lezyonlar, normal hipofi z, nöronal-glial tümörler, abse iken, stereotaktiklerde reaktif nörosellüler ve nöropil proliferasyonları, abse / serebrit ile infeksiyonlardır. Buna karşılık, özgüllüğü etkileyen lezyonlar ise, rezeksiyon materyalinde metastazlar, ensefalomalasi, lemfoma/lösemi, pilositik astrositoma ile normal nöral dokudur. Ortalama tanı süresi 20.2 dakikadır. Tartışma: I. Başarısızlıkların çözümlenmesinde neler ile karşılaşılır? 1. tümörün derecesini belirleyen tüm kriterlerin yapılan örneklemede izlenmemesi; 2. tümörün tüm bileşenlerinin örneklenmemiş olması; 3. yüksek dereceli tümörlerde hücre tipinin belirlenmesindeki zorluk; 4. glial tümörlerde vasküler proliferasyonun VEP olarak yorumlanması; 5. klinik ve radyolojik bulguların bildirilmemesi; 6 “radyasyona bağlı atipi”nin tümör olarak yorumlanması; 7. nekroz ve “reaktif atipi” ile seyreden infl amatuar lezyonların tümör olarak yorumlanması; 8. düşük dereceli tümörlerin “reaktif atipi” olarak yorumlanması; 9. Stromadan zengin tümörlerin neoplastik hücrelerinin yaymalara düşmemesidir. II. Başarısızlıklar nasıl önlenir? 1. Nöroşirurjiyen ve nöroradyolog ile birlikte çalışmalıdır. 2. İyi donanımlı (doku hazırlama teknikleri, ameliyathane-patoloji fi zik mekanlarının koordinasyonu) 3. Deneyimli (nöroradyoloji, nöropatoloji bilgi birikimine sahip) bir ekip çalışmasıyla sağlanabilir.Item Sigmoid Kolon Tutulumlu Mikroskopik Polianjiit; Ağrısız Kanama ile Başvuran Bir Olgu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Tiftikçi, Arzu; Yurteri, Gürkan; Atuğ, Özlem; Çelikel, Çiğdem; Yavuz, Şule; Hamzaoğlu, HülyaÖZET Mikroskopik polianjiit küçük çaplı damarlarda nekrotizan vaskulitle seyreden pek çok organı tutabilecek sistemik bir hastalıktır. Nekrotizan veya bazen de hızla ilerleyen glomerülonefrit hastalığın major özelliklerindendir. Gastroin testinal sistem de tutulabilir ve genellikle hafi f bir klinikle seyreder. Biz sig moid ülseri ön planda olan mikroskopik polianjiit olgusu sunuyoruz. Yetmiş üç yaşında erkek hasta üç aydır aralıklı olan, ağrısız rektal kanama ile başvurdu. Kolonoskopide sigmoid kolonda dev ülser saptandı. Ülser kenarından alınan biyopsilerin histopatolojik incelemeleri küçük arter vaskuliti ile uyumlu idi. Takip sırasında hızla diyaliz ihtiyacı olacak böbrek yetmezliği gelişti. Mik roskopik polianjiit tanısı ile prednizon ve siklofosfamid tedavisi uygulanan hastanın dört hafta sonraki takip endoskopisinde ülserin tamamen iyileşmiş olduğu tespit edildi. Takip eden üç ayda da hastanın semptomu olmadı. Mik roskopik polianjiitli olguların üçte birinde gastrointestinal sistem tutulsa da genellikle bu tutulum hafi f seyirlidir. Olgumuz rektal kanama ile başvurup tanısı sigmoid kolondaki ülser kenarlarından alınan biyopsiler ile konulmuş vaskulitik hastalıktır.Item Acıbadem Üniversitesinde ve Dünyada Fetal Nörolojiye Multidisipliner Yaklaşım(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Özcan, Ümit Aksoy; Işık, Uğur; Damlacık, Atilla; Lembet, Arda; Bodur, Harika; Erzen, Canan; SAv, AydınÇocuk sağlığı değerlendirmesi günümüzde antenatal dönemde başlamakta ve fetus sağlığı daha ayrıntılı ele alınmaktadır. Antenatal tanıda etkinliğini kanıtlamış ve değişmez yerini almış bir yöntem olan ultrasonografi ye ek olarak son yıllarda sıklıkta MR görüntüleme kullanılmaktadır. Fetal MRG gü nümüzde fetal beynin yapısal bozukluklarının değerlendirilmesinde etkin bir yöntem olarak kabul görmüştür. Fetal santral sinir sisteminin (SSS), konusun da uzmanlaşmış multidisipliner bir ekip tarafından incelenmesi, bu karmaşık tıp konusunda daha çok önem kazanmıştır. Ailelerin uygun şekilde bilgilendi rilmesi ve klinik kararların doğrulukla verilebilmesi amacıyla interdisipliner işbirliğine ve eğitime öncelik verilmelidir.Item Etik, Biyoetik, Hukuk: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Ilman, Yeşim IşılÖZET Bu çalışmanın iki ana hedefi vardır. İlk olarak ahlak, etik, ödev, görev ve biyoetik gibi etik çalışma alanının temel kavramlarını ayırıcı özellikleri ile tanımlamak amaçlanmıştır. Bunun için etik çalışma alanında tarihsel ve toplumsal bakış açısı ile ahlaktan biyoetiğe evrilen süreç tanımlanmaya ve bunu yaparken evrensel biyoetik perspektifi korunmaya çalışılmıştır. İkinci olarak biyoetik ve hukuk disiplinlerinin birbirlerini karşılıklı etkiledikleri yakın geçmiş süreci, literatürden örnek vakalar ile açıklanmaya çalışıl mıştır. Sonuç olarak, bu karşılıklı etkileşimin ürünü olarak yakın dönemde doğan ve gelişmekte olan sağlık hukukunun kısa tarihi ve geleceğe ilişkin öneriler vurgulanmıştır.Item Mide Ülserli Hastalarda Endoskopi Tekrarı Akılcı Bir Yaklaşım mı?(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Saruç, Murat; Böler, Deniz; Karaarslan, Mehmet; İnce, Ümit; Raşa, Kemal; Uras, Cihan; Çakmakçı, Metin; Tözün, NurdanÖZET Giriş ve Amaç: Midede izlenen lezyonlarda benign olanlar ile malign olanların ayrımında tekrar endoskopi gerekliliği yaygın olarak kabul edilmiş bir yaklaşımdır. Fakat klinik pratikte hastaları ikinci veya üçüncü gastroskopi için ikna etmek kolay olmamaktadır. Gastroenteroloğun kendi kliniği tabanlı verileri ile endikasyonlarını kontrol etmesi, hastalarına kanıta dayalı tıp uygulayabilmesi için gereklidir. Bu çalışmada kliniğimizdeki tekrar endoskopi endikasyon ve sonuçlarını değerlendirdik. Yöntem: Tekrar endoskopiyi kabul eden ve ilk endoskopisinde malign olduğu kanıtlanabilen lezyonu olmayan hastalar çalışmamıza alındı. Hastalar son tanı, tanıya ulaşabilmek için gereken endoskopik işlem sayısı ile endoskopik ve patolojik bulgular yönünden değerlendirildiler. Bulgular: Gastrik ülserli seksen üç hastaya tekrar endoskopisi yapıldı. Ortalama endoskopi sayısı 2.15 idi. Dokuz hastada 3, 3 hastada 4 endoskopi işlemi gerekli olmuşken, hiç bir hastada 5.kez endoskopi işlemi yapmak gerekli olmamıştır. Seksen üç hastanın 77’sinde tekrar endoskopide ülser gözlenmedi. Fakat 6 hastada (%7.2) malign ülser olduğu kanıtlandı. Bunların 4’ü ikinci endoskopide tanınırken, iki hastanın tanısı ancak 3. işlemler sonrasında doğrulanabildi. Hastaların 5’inde gastrik adenokanser bulunurken, diğer olguda gastrik lenfoma saptandı. Beş gastrik kanserli hastanın 2’sinde (%40) erken mide kanseri olduğu görüldü. Sonuç: Çalışma sonuçlarımız gastrik ülser saptanan hastalarda tekrar endoskopilerinin gerekliliğini doğrulamaktadır. Olgularımızdaki malignansi oranı %7.2’dir. Bu yüksek oran klinisyeni ve endoskopisti tekrar endoskopileri yaparak gastrik ülser iyileşmesinin doğrulanması gerekliliği konusunda cesaretlendirmelidir.Item Ciddi Sol Ventrikül Disfonksiyonuna Bağlı Kalp Yetersizliği Olan Kalp Cerrahisi Hastalarında Preoperatif Levosimendan Kullanımı(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Şenay, Şahin; Toraman, Fevzi; Dağdelen, Sinan; Karabulut, Hasan; Alhan, CemÖZET Amaç: Bu çalışmada ileri derecede sol ventrikül fonksiyon bozukluğuna bağlı kalp yetersizliği olan kalp cerrahisi hastalarında preoperatif levosimendan kullanımının klinik ve hemodinamik etkilerini değerlendirmeyi amaçladık. Çalışma planı: Kardiyopulmoner bypass altında kalp cerrahisi planlanan sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ≤ %30 olan 10 hasta prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Hastalara operasyondan 4 saat önce başlanıp toplam 24 saat devam edecek şekilde 0.1 mcg/kg/dk dozunda levosimendan uygulandı. Operasyon öncesinde, postoperatif 5. gün ve 1. ayda sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ölçümleri yapıldı. Postoperatif dönemde 0,4,6,12 ve 24. saatlerde kardiyak indeks, pulmoner kapiller uç basıncı, sistemik vasküler rezistans indeksi, pulmoner vasküler rezistans indeksi, ortalama arteryel basınç, santral venöz basınç, ortalama pulmoner arter basıncı ölçülerek kaydedildi. Bulgular: Tüm hastalara koroner bypass operasyonu yapıldı, ek olarak bir hastada aort kapak replasmanı, bir hastada triküspit kapak tamiri, bir hastada mitral kapak tamiri, bir hastada da sol ventrikül anevrizmektomi işlemi yapıldı. Hastaların ortalama Euroscore puanları 6.5±2.7 idi. Postoperatif dönemde intaaortik balon pompası kullanımı gerekmedi. İnme, böbrek yetmezliği, major infeksiyon ve 1 aylık mortalite gözlenmedi. Pulmoner kapiller uç basıncı postoperatif dönemde istatiksel olarak anlamlı bir şekilde azaldı (p =0.001). Hastaların ortalama takip süresi 11.6± 5.7 ay (range: 4–17) idi. Geç dönemde mortalite veya tekrar kardiyak girişim gereksinimi gözlenmedi. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ölçümleri (operasyon öncesinde; postoperatif 5. gün ve 1. ayda) 27.5±3.1; 37.1±5.4 ve 40.3±10.7 (%) olarak gözlendi (p=0.01). Sonuç: İleri derecede sol ventrikül fonksiyon bozukluğuna bağlı kalp yetersizliği olan kalp cerrahisi hastalarında operasyon öncesi levosimendan kullanımı hemodinamik fonksiyon ve klinik sonuçları iyileştirebilir.Item Diabetes Mellitus’lu Pediatrik Hastada Gelişen Charcot Artropatisi: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Akgün, Umut; Kocaoğlu, Barış; Erol, Bülent; Karahan, Mustafa; Esemenli, TanılÖZET Charcot artropatisi, sensoryal eklem innervasyonunun bozulmasına bağlı olarak gelişen kronik, ilerleyici ve destrüktif bir eklem hastalığıdır. Başta di abetus mellitus olmak üzere çeşitli hastalıklarda sıklıkla görülen bu durum, çocuklarda nadiren rapor edilmiştir. Hikaye, fi zik muayene, ve radyolojik çalış malara dayanılarak 13 yaşında bir kız çocuğun sağ ayağında Charcot artropa tisi tespit edildi. Hastaya 6 hafta süreyle kısa bacak alçısıyla immobilizasyon uygulanarak, etkilenen ekstremiteye yük verilmesi kısıtlandı. Hastanın klinik bulguları konservatif tedavi sonrası belirgin olarak geriledi ve bu durum takip süresince muhafaza edildi.Item Renal Hücreli Tümör ile Takip Edilen Olguda PET/BT ile Tesbit Edilen İntramüsküler Metastazlar(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Beylergil, Volkan; Er, Özlem; Çalıkuşu, Züleyha; Vardareli, ErkanÖZET Kas içi metastazlar son derece nadir görülen bir durumdur.Olgumuz 47 ya şında bir erkek hasta olup, böbrek hücreli karsinom nedeniyle daha önce sol nefrektomi uygulanmıştır. Mart 2008 tarihinde yapılan ilk PET/BT çalışması, sağ infraspinatus kası içerisinde hafi fçe hipermetabolik bir odak göstermiş olup, görünüm soliter kas içi metastaz ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir. Temmuz 2009 tarihinde yapılan takip PET/BT’de ise, önceki çalışmada sağ infraspinatusda izlenen kas içi metastazda metabolik progresyon ve sağ rek tus abdominis, piriformis ve sol vastus medialis kas gruplarında yeni gelişen metastazları göstermiştir. PET/BT, böbrek hücreli karsinomda görülebilen kas içi metastazların saptanmasında etkin bir yöntemdir. PET görüntüleri değer lendirilirken, kas grupları içerisindeki artmış FDG tutulum odakları dikkatle değerlendirilmelidir.Item Ekstremite Açık Kırıklarında Komplikasyon ve Morbidite Oranları(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Şener, NadirÖZET Amaç: Tip III A ve B açık kırıklar damar ve sinir hasarı olmamasına karşın yumuşak doku hasarı nedeniyle komplikasyonlara açık, tekrarlayan cerrahi oranları yüksek kırıklardır. Çalışmamızda ekstremite açık kırklarında tedavi tecrübemizi ve karşılaştığımız sorunları değerlendirdik. Hastalar ve Yöntem: Damar sinir lezyonu olmayan tip III açık kırıklı 14’ü erkek 1’i bayan, yaş ortalaması 28.5 olan 15 hasta çalışma grubumuzu oluşturdu. Yaralanma nedeni 6 hastada iş kazası, 6 hastada trafi k kazası 2 hastada kurşunlanma ve 1 hastada yüksekten düşme idi. Hastaların bize başvurma süresi ort 3.06 (1-12) saat acile başvurduktan sonra ameliyata alınma süresi ise ort 5.2 (1-36) saatti. Hastalarımızın 6’sında tip III A ve 9’unda tip III B açık kırık tespit edildi. Tscherne sınıfl amasına göre 6 hastada grade I, 6 hastada grade II, 3 hastada grade III yumuşak doku hasarı vardı. Sekiz hastaya internal osteosentez, 7 hastaya ise eksternal fi ksatör ile primer tedavi başlandı. Tüm hastalarda yara debridmanı, irrigasyon ve 3’lü antibiyotik tedavisi uygulandı. Bulgular: Hastaların takip süresi ortalama 23.2 ay bulundu. Tekrar ameliyat oranı 0.53 olarak hesaplandı. 4 hastada enfeksiyon gelişti. 1 hastada dirençli osteomiyelit nedeniyle dizaltı amputasyon uygulandı. 7 hastada kaynamama, 1 hastada kaynama gecikmesi gözlendi. Kaynama olmayan hastaların 3’ünde plak vida, 2’sinde İlizarov, 2’sinde intramedüller çivi uygulandı. Tekrar kaynamama gözlenmedi. Komplikasyon olan tüm hastalar Tscherne grade II veya III idi. Hastaların eski işlerine dönme oranı 0.8 olarak bulundu. Sonuç: Bu grup hastalar kaynama sorunları, çok sayıda tekrarlayan ameliyat ihtiyacı ve uzayan tedavilerine rağmen erken müdahale edilip, yakın takip edildiklerinde eski işlerine geri dönebilmekte ve minimum sekelle hayatlarına devam ettirebilmektedirler. Anahtar sözcükler: kırık, osteosentez, kaynamama, komplikasyon, enfeksiyonItem Kifoskolyozlu Böbrek Taşı Hastalarında Perkütan Nefrolitotomi Operasyonu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Eren Murat, Tuğrul; Şahin, Ahmet; İnci, Kubilay; Bilen, Cenk Yücel; Özen, HalukÖZET Amaç: Konjenital kifoskolyozlu hastalarda özellikle perkütan nefrolitotomi gibi (PNL) endoürolojik ameliyat endikasyonu olduğunda bu operasyon, hastaların bozuk ve tahmin edilemeyen anatomileri ve göğüs duvarında solunumu güçleştirecek değişiklikleri olması nedeniyle anesteziyoloji ve cerrahi açıdan zorlayıcı olabilmektedir. Biz bu çalışmamızda kliniğimizde böbrek taşları için perkütan nefrolitotomi yapılan konjenital kifoskolyotik hastaların operasyonları ile ilgili bilgiyi ve deneyimimizi sunmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Kliniğimizde böbrek taşları için PNL operasyonu planlanmış 5 kifoskolyotik hastanın verileri gözden geçirildi. Üç erişkin ve bir çocuk hastanın toplam 7 renal ünitesine 8 PNL operasyonu yapıldı ( ortalama yaşları 43,4 olan 1 kadın, 2 erkek erişkin ve 10 yaşında bir çocuk hasta). PNL planlanmış kırk yaşında kifoskolyotik bir hastaya ise başarısız akses nedeniyle retrograt intrarenal cerrahi yapılmak zorunda kalındı. Operasyon öncesi bütün hastalar, böbrek anatomisi ve taşların yeri/boyutunu belirlemek için kontrastsız spiral bilgisayarlı tomografi (BT) ve/veya intravenöz piyelografi ile değerlendirildi. Hastaların uygun pozisyonları alıp alamayacakları ve akses yapılacak bölgeleri preoperatif fl uoroskopi altında ve BT görüntüleri eşliğinde değerlendirildi. Hastalar mekanik ventilasyon gereksinimi olabileceği için postoperatif anestezi bakım ünitesinde 24 saat izlendi. Bulgular: Tüm renal ünitelerin ortalama taş yükü 434, 2mm.2’ydi. Taşların dördü alt polde, ikisi pelviste, biri orta polde, biri de üreteropelvik bileşke-proksimal üreterde bulunmaktaydı. İki renal ünitenin taşları multipldi. Bir hastada aynı tarafta üreter taşı da vardı. Ortalama hastanede kalış süresi 7,6 gündü. Operasyonlar sonrası PNL yapılamayan hasta hariç tüm hastalar taşsız taburcu edildi. Anesteziyoloji departmanı operasyon sonrasında hastaları postoperatif yoğun bakım ünitesinde izledi. Hiçbir hastada uzamış mekanik ventilasyona gereksinim duyulmadı ve vital bulgularda ciddi bir değişiklik gözlenmedi. Sonuç: Kifoskolyotik hastaların PNL operasyonları hem ürolog hem de anestezi için zorlayıcı olmasına rağmen güvenilir ve başarılıdır. Ancak bu hastalarda preoperatif olarak iyi görüntüleme ve plan yapılmalıdır. Başarılı akses yapıldığında ve fl eksibl nefroskopi kullanıldığında ameliyatın parametreleri diğer PNL operasyonlarından farklı olmamaktadır.Item Bosniak Tip III Böbrek Kistinin Spontan Regresyonu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Coşkuner, Enis Rauf; Özkan, BurakÖZET Abdominal ultrason ve kompüterize tomografi gibi non-invaziv diagnostik aletlerin yaygın kullanımı ile böbrek kistleri daha artan bir sıklıkla teşhis edil meye başlamıştır. Bosniak, cerrahi olmayan (tip I ve tip II) ile cerrahi işlem gerektirenleri (tip III ve tip IV) düzenlemek amacıyla bir sınıfl ama sistemi oluşturmuştur. Tip II ve tip III kistik lezyonların arasında net bir ayırım yok tur. Renal kistlerin spontan regresyonu ise nadir görülen bir durumdur. Biz bu yazımızda Bosniak tip III kisti bulunan 21 yaşında bir bayan hastayı sunarken kistin izlemi ve bu arada şüpheli renal kistik lezyonların değerlendirilmesini tartıştık.Item Endoskopik Sinüs Cerrahisi ile Anterior Etmoid Bölge Kaynaklı İntraorbital Uzanımlı Mukosel Eksizyonu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Tanyeri, Hasan Murat; Polat, Şenol; Aksoy, ElifÖZET Mukoseller, solunum epiteli ile örtülü, genellikle paranazal sinüs ostiumları tıkanınca ortaya çıkan ve yavaş büyüyen kistik lezyonlardır ve en sık frontal sinüste, daha az sıklıkta da etmoid, maksiller ve sfenoid sinüslerde görüle bilirler. Tedavi edilmeyen mukoseller yerleşimlerine göre önemli morbidite nedeni olabilirler. Endoskopik sinüs cerrahisi ile eksize edilen anterior etmoid bölge kökenli intraorbital tutulumlu mukosel olgusu sunulmuştur.Item Dev Araknoid Granülasyonların 3T MR Görüntüleme Bulguları(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Aksoy, Özcan Ümit; Dinçer, AlpÖZET Amaç: Bu çalışmada amacımız dev araknoid granülasyonların 3T MR görüntüleme özelliklerinin değerlendirilmesidir. Hastalar ve Yöntemler: Eylül 2008-Şubat 2009 tarihleri arasında değerlendirilen MR incelemelerde izlenen araknoid granülasyonlardan 5mm ve daha büyük olanlar ile sinus çapında %50’den fazla yer kaplayan AGlar çalışmaya dahil edildi. MR incelemeler 3 Tesla MR cihazında gerçekleştirildi. T2 ağırlıklı turbo spin eko; kesit kalınlığı 5mm, TR 3300ms, TE 102ms, FoV 230, rezolusyon 512, averaj 2, Sapma açısı 120°, bant genişliği 100 Hz/Px, voksel boyutu: 0.6×0.4×5.0. İki radyolog tarafından yapılan değerlendirmede AG’ların en geniş boyutu, yerleşimi, morfolojisi, kalvarial ve vasküler yapılarla ilişkisi not edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 20 hastada (ortalama yaş 36.3) 23 dev AG saptandı. Sağ transvers sinuste 11, solda 9; straight sinüste 1; torculer herofi lide 2 AG (ortalama çap 7.9 mm) saptandı. İzlenen tüm AG’ların santralinde sinyalsiz odak şeklinde vasküler yapı izlendi ve “nokta işareti” olarak tanımlandı.Nokta işareti ve AG ile vasküler yapı ilişkisi MR venografi ile demonstre edildi. Sonuç: Araknoid granülasyonların tanısında 3T MR görüntüleme güvenilir ve ayrıntılı bilgi sağlamaktadır. Bu çalışmada 5mm’den büyük tüm AG’larda santral vasküler yapı ile uyumlu nokta işareti tanımlanmış ve ayırıcı tanıda yardımcı bir işaret olarak değerlendirilmiştir.Item Ayak Anteromedialinde Şeffaf Hücreli Sarkom Vaka Sunumu ve Literatür İncelemesi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-04-01) Kocaoğlu, Barış; Erol, Bülent; Akgün, Umut; Yiğit, Cirdi; Türkmen, MetinÖZET Şeffaf hücreli sarkom tendon ve aponevrozlarla sıkı şekilde ilişkili olan nadir bir tümördür. Kadınlarda erkeklere göre daha sık rastlanılır ve hastalar genelde 20 ile 40 yaş arasındadır. Şeffaf hücreli sarkom tipik olarak ekstremiteleri tutar. Ayak ve ayak bileği sık olarak tutulan bölgelerdir. Ayrıca yüksek derecede agresif bir tümördür ve genelde geniş yada radikal cerrahi ile çıkarılması gerekir. 52 yaşındaki bayan hastanın sol ayağının anteromediyalinde Şeffaf hücreli sarkom tespit edilmiştir. Bu nadir tümör ile diğer yumuşak doku tümörlerinin ayırıcı tanısını yapmak için; Şeffaf hücre sarkomunun klinik durumu, radyolojik görünümü ve histolojik değerlendirmesi yapıldı. Ayrıca, tümörün tedavi ilkeleri tanımlandı. Bu vaka Şeffaf hücreli karsinoma histolojik değerlendirme olmadan tanı koymanın zor olduğunu ve bir kez tanı konduğu zaman tümörün yeniden ortaya çıkmasını ve metastazını engellemek için yeterli cerrahi eksizyon ile tedavi edilmesi gerektiğini göstermektedir.Item İki Defa Endoskopik Sinüs Cerrahisi Geçirmiş Kronik Sinüzitli Hastanın Revizyon Nedenleri: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-04-01) Ertaş, Burak; Tanyeri, Hasan MuratÖZET Daha önce 2 kere kronik sinüzit nedeni ile FESC (Fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi) uygulanmış 45 yaşında erkek hasta; kliniğimize 6 yıldır mev cut olan ve giderek artan burun tıkanıklığı, sarı renkli geniz akıntısı ve yüz de hassasiyet şikayetleri ile başvurdu. Nazal endoskopik muayenede sağda posterior septal deviasyon, osteomeatal üniteye uzanan polipoid mukoza vardı. Her iki alt konka hipertrofikti. Hastanın çekilen BT’sinde sağ maksiller sinüste opasite, aksesuar osteum ve bilateral etmoid hücrelerde mukozal kalınlaşma vardı. Sağda fazla olmak üzere unsinat proçesin varolduğu gö rüldü. Sağda spur tarzında septal deviasyon osteomeatal üniteye basıyordu. Hastaya revizyon FESC, septoplasti ve alt konkalara endoskopik redüksiyon yapıldı. Postop 2 yıllık takiplerinde hiçbir şikayeti kalmayan hastanın, BT görüntülemesinde de kronik sinüzit bulguları düzeldi. Daha önce yapılan inefektif FESC’si, tekrarlayan kronik sinüzite yol açmaktadır. Bozulmuş oste omeatal kompleks anatomisi tekrarlayan sinüzit ataklarını kolaylaştırmak tadır. Temel tekniğe uygun yapılan FESC’si hastanın şikayetlerini düzeltir; kalıcı ve tatminkar sonuçlar sağlar.Item Çok Nadir Görülen Bir Vasküler Patoloji: İntravasküler Fasiitis (Psödosarkom) ve Cerrahi Tedavisi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-04-01) Senay, Sahin; Alhan, Cem; Karabulut, Hasan; Bilgi, Selçuk; Dinçer, Alp; Toraman, FevziÖZET İntravasküler fasiitis (psödosarkom) yüzeyel veya derin fasyadan köken alan ve küçük/ orta arter ve venleri tutabilen benign reaktif myofibroblastik pro liferasyondur. Nadir görülen bir patolojidir. Progresif vasküler tutulum ile seyredebilir ve malign neoplazmlar ile karıştırılabilir. Bu çalışmada kliniği mizde cerrahi olarak tedavi edilen sol subklavian ven yerleşimli intravaskü ler fasiitisli bir olgu sunulmuştur.Item Primer Perkütan Koroner Girişimin Nadir Bir Komplikasyonu: Sorumlu Lezyona Komşu Koroner Arterde Gelişen Total Oklüzyon(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-04-01) Görgülü, Şevket; Norgaz, Tuğrul; Ergelen, MehmetÖZET ST yükselmeli miyokard infarktüsü (STYMİ) olan hastalarda, primer per kutan koroner girişim (PKG) sırasında gelişen trombotik ve aterosklerotik materyal embolizasyonu bu işlem içim önemli bir dezavantajdır. Çünkü dis tal embolizasyon bu hastalarda başarılı reperfüzyonu engelleyerek, daha fazla miyokardiyal hasara ve daha kötü prognoza yol açar. Bununla birlikte, primer PKG uygulanan hastalarda nadir olarak proksimal embolizasyon da gelişebilmektedir. Biz bu yazıda, başarılı primer PKG uygulanan iki hastada, proksimal embolizasyona bağlı gelişen total oklüzyon olgularını sunduk. Primer PKG esnasında trombotik materyalin embolizasyonununa karşı kullanılabilecek intrakoroner trombektomi ve distal koruma cihazları gibi çeşitli yöntemler vardır. Fakat bu işlemler yalnızca distal embolizasyona karşı etkili olduklarından, bizim vakalarımızda kullanılmaları durumunda, muhtemelen faydalı olmayacaktı. Bununla birlikte, iki basit teknik vakaları mızda sunduğumuz komplikasyonlara karşı koruyucu olabilir. Bu teknikler; total lezyonun proksimal kısmının dilatasyon sırasında anjiyoplasti balonu ile tamamen kaplanması ve balon dilatasyonu sırasında aşırı basınçtan ka çınmaktır.Item Radyoterapide Teknik Gelişmeler ve IGRT (Görüntü Kılavuzluğunda Radyoterapi)(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-04-01) Atalar, Banu; Özyar, EnisÖZET Radyoterapi alanında son yıllarda gözlenen hızlı gelişmeler teknolojide ki gelişmelere paralel olarak gitmektedir. Kullanılan cihazların gelişmesi tedavi tekniklerine ve planlama sistemlerine doğrudan yansımıştır. Bu sa yede radyoterapinin temel prensibi olan normal dokuların etkilendiği ışın dozunu azaltıp, tümör dozunu artırmak artık daha kesin ve doğruluk oranı yüksek olarak yapılmaktadır. IMRT gibi komplike tedavi planlamalarının uygulanmaya başlaması ile beraber tedavi kalitesini ve doğruluğunu artır mak amacıyla IGRT metodu da geliştirilmiştir. Bu yöntem; tedavi odasında uygulanan iki ve üç boyutlu anatomik görüntüleme ve tedavi alanlarının kontrol işlemidir ve ancak yüksek teknolojik özelliklere sahip cihazlar ile yapılabilmektedir. Bu derlemede son yıllarda radyoterapi alanında meyda na gelen bu büyük teknolojik gelişmeleri ve son 1 yıldır kullanma şansını bulduğumuz IGRT deneyimimizi paylaşmak istiyoruz.Item Kolin’in Merkezi ve Periferik Kolinerjik Nöronlarda ve Kolinerjik İletimdeki İşlevi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-04-01) Ulus, İsmail Hakkı; Cansev, MehmetÖZET Kolin bir kuaterner amin olup, nörotrasmitter asetilkolinin ve membranın temel yapılarından fosfotidilkolin’in öncül maddesidir. Kolin ayrıca vücutta, metionin ve s-adenosilmetionin rejenerasyonu için gerekli metil gurupla rının vericisi olan, betaine de metabolize olur. Bu derlemede esas olarak kolin’in cholinergic noronal görevlerindeki rolü üzerinde durulacaktır. Kolinerjik nöronların asetilkolin sentezi için kulandıkları kolin esas olarak kaynağı dolaşımdır. Dolaşımdaki kolin’in düzeyi 6-8 saatlik açlık sonrası 10 μM kadardır. Bu düzey yemek sonrası, gıdalardaki kolin‘in miktarına göre, 20-60 μM kadar yükselebilir. Farmakolojik dozlarda tedavi ile de kan kolin düzeyi 200-300 μM kadar yükselebilir. Kolin’i asetilkoline dönüştüren enzim kolinasetiltrasferaz enzimi substratı kolini zayıf bir şekilde doyurulmuş olduğundan plazmada kolin düzeyinin yükselmesi asetilkolin sentezini arttırır. Kolin, yeterince yüksek düzeylerinde (0,5-100 mM gibi), muskarinik ve nikotinik asetikolin reseptörleri ile agonist olarak da etkileşir. Kolin te davisi nörotrasmitter asetilkolin’in sentez ve salıverilmesinde hızlanma ve merkezi ve periferik muskarinik ve nikotinik kolinerjik iletide yükselme ile sonuçlanır. Kolin, burada tartışılacak olan, kolinerjik nitelikte birçok fizyo lojik, farmakolojik ve nörokimyasal etkiler oluşturur.Item Anemiye Neden Olan Dev İnflamatuar Fibroid Polip: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-04-01) Vardareli, Eser; Tiftikçi, Arzu; Tözün, Nurdan; Özveri, Emel; Ertem, MetinÖZET Giriş ve amaç: İnflamatuar fibroid polip gastrointestinal sistemin nadir görülen, en sık mide antrumundan köken almakla birlikte gastrointestinal sistemin her yerinde görülebilen lezyonudur. Genellikle 1-3 cm boyutların da olan lezyonun tanısı obtrüksiyona bağlı yakınmalarla veya rastlantısal olarak konulmaktadır. Yazımızda anemiye neden olan dev ileal inflamatuar fibroid polip olgusu sunulmuştur. Olgu: 53 yaşında erkek hasta son haftalarda gelişen güçsüzlük ve renk sol gunluğu yakınması ile başvurdu. Fizik muayene ve laboratuar incelemeleri ile demir eksikliği anemisi tanısı konuldu. Anemi etiyolojisi araştırılırken ya pılan kolonoskopide terminal ileumda valv’den yaklaşık 20 cm proksimalde 7-8 cm boyutunda pedinküle polipoid lezyon mevcuttu. Hastaya laparosko pik segmenter ince barsak rezeksiyonu yapıldı. Lezyonun patolojik incele mesinde iltihabi fibroid polip saptandı. Sonuç :İnflamatuar fibroid polip demir eksikliği anemisine yol açabilen poli poid nitelikteki oluşumların ayırıcı tanısında göz önünde bulundurulmalıdır.