2020
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11443/100
Browse
Item Ultrasonography and Fluoroscopy Guided Percutaneous Placement of Hickman Catheters in Children(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-01-01) Çevik, Muazez; Deniz, Sinan; Çalışkan, CanABSTRACT Purpose: Hickman catheters (HCs) are commonly used in children who need bone marrow transplantation. Although several methods of implantation have been described, the aim of the present study was to evaluate the results of ultrasonography-and fluoroscopy-guided percutaneous insertion of HCs into a central vein in children. Materials and Methods: Data from patients who were hospitalized for ultrasonography-and fluoroscopy-guided percutaneous placement of HCs from August 2014 to January 2017 were retrospectively evaluated. The data were evaluated with respect to patient characteristics, complications, HC features, and outcomes. Results: Three hundred and six times HC positioned in 206 patients were evaluated. One hundred and twenty-six patients were male, and the remaining 80 were female. The age of the patients ranged from 2 months to 19 (range, 7.31±4.85) years. HC implantation was technically successful in all patients. The right jugular vein was the preferred access vein in 87.4% of HCs. The length of time between HC placement and removal was 147±108.9 days (range, 7–795 days). Three (0.01%) of the recorded complications were classified as early postoperative. Two of those three patients developed bleeding, and one had cardiac tamponade. No mortality was related to HC insertion during the perioperative or postoperative period. Conclusion: Ultrasonography-and fluoroscopy-guided percutaneous HC insertion in a central vein is safe and applicable to all children regardless of size, age, or diagnosis.Item Pathology of Hepatocellular Adenoma: Subtypes and Rare Morphologic Features(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-01-01) Hayırlıoğlu, Ecem Çağla; Fotioğlu, Hristina; Kırımlıoğlu, HaleABSTRACT Background: The molecular classification has been divided HCA into four main subgroups: hepatocyte-nuclear-factor-1a mutated (H-HCA), B-catenin type (HA-B), inflammatory type (HA-I) and unclassified type. Those subgroups were linked with risk factors, clinical behavior, histological features, imaging and malignant transformation. Subtyping is useful to predict HA’s behavior and also to detect morphology which may have the potential to affect the prognosis. We aimed to review subtype features of our hepatocellular adenoma cases and discuss the importance of the rare morphologic features. Methods: Fifteen Hepatocellular adenoma cases (10 resections, 3 explants and 2 biopsies) were included in this study. Hematoxylin and eosin (H&E) stained slides, Reticulin and Masson’s trichrome stains, as well as immunohistochemical studies (IHC), were used to evaluate general morphologic and immunophenotypic features performed with B-catenin, SAA amyloid and Glutamine Synthetase(GS) using standard laboratory techniques in the Ventana Benchmark Ultra platform. CD34 immunohistochemical stains were performed on atypical cases to evaluate the presence of vascularization. Results: By morphologic features and Immunohistochemistry, 3 HA-B (%20), 4 HA-I (%26.6), 4 HA-H (%26.6) and 4 HA-U (%26.6) cases were classified. Two HA cases had Dubin-Johnson pigment and Two of the beta-catenin mutated HAs had bone marrow metaplasia. In one of the cases, malignant transformation in the HA was present. The microscopic findings included hemorrhage, pigment formation, granuloma formation, presence of inflammation, presence and degree of steatosis, preserved or non-preserved reticulin network. Conclusions: Besides the classic morphologic features; granuloma formation, pigmentation, bone marrow metaplasia can be seen in HAs. Although the prognostic significance of those is not known, they are considered to have a role in the development and progression of HA.Item Management of Cough-İnduced Rib Fracture at Term Pregnancy: A Case Report(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-01-01) Bodur Öztürk, Harika; Balcı, Veysel; Bağış, VeyselABSTRACT Spontaneous rib fracture in pregnant women is a rare entity. It is generally occurs after a coughing episode. The main symptom is acute developed persistent pain. Chest radiography is generally sufficient for precise diagnosis. In this article,Item Endometrial Polyp in Early Pregnancy Ending with Term Labor(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-01-01) Selam, Belgin; Danışman, Nuri; Ekmen, Süheyla; Bircan, CeydaABSTRACT Endometrial polyps may be detected by transvaginal ultrasonography (TVS) in early pregnancy. These pregnancies may end with fetal demise. There are not enough data in literature defining term labor in pregnancy with endometrial polyp. The current case describes in detail, the progress of a pregnancy with endometrial polyp including fetal growth, regression of polyp, assessment of placental pathology and postpartum follow-up. Giant endometrial polyp protruding into the uterine cavity adjacent to the gestational sac was detected by TVS in a 31 year-old-primigravida. She delivered a healthy baby and the polyp regressed completely by the end of the pregnancy. Polyps detected in early pregnancy may regress without any effect on the fetal demise or placental insufficiency. Close antenatal follow-up is advised for the prognosis of these pregnancies.Item Lenfödem Tanı ve Tedavisine Güncel Bakış(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-01-01) Turna, Işıl Fazilet TurnaÖZET Lenfödem, cilt ve cilt altı dokuda proteinden zengin interstisyel sıvının birikmesi ile oluşan kompleks bir durum dur. Ekstremitedeki hacimsel ve cilt dokusundaki kozmetik değişiklikler hastanın günlük yaşamını ve psikososyal durumunu olumsuz etkilemektedir ve tedavi edilmez ise ilerlemeye devam etmektedir. Lenfödem, primer ya da sekonder nedenlere bağlı olabilir. Primer lenfödemde en sık görülen anomali tipi, hipoplazik tip lenf damarlarıdır. Sekonder lenfödemin en sık tipi, gelişmiş ülkelerde meme kanseri cerrahisi sonrası görülürken gelişmekte olan ülkelerde, parazitlerdir (filaryazis). Lenfödemin tanısı, evrelendirilmesi ve şiddetinin ölçülmesinde henüz altın standart bulunmamaktadır. Öykü ve muayeneden sonra, klinik pratikte en sık kullanılan teknik ultrasonografidir. Lenfödem tedavisinin ilk basamağı ekstremiteyi normal ya da normale yakın boyuta ulaştırmak ve komplikasyon ları önlemektir, çünkü tedavide kür yoktur. Komplet dekonjestif terapi, lenfödem ve ilişkili durumlarda kullanılan, manuel lenf drenajı, kompresyon tedavisi, remedeal egzersizler, cilt bakımından oluşan 4 bileşenli bir tedavidir. Bu tedavi 2 fazlı olarak yapılmaktadır. Faz 1 yoğun veya dekonjestif tedavidir. Faz 2 de ise bası giysileri ve gece bandajı ile faz 1 deki kazanımları sürdürebilmesi amaçlanır. Bu dönem ömür boyu devam eder. Sonuç olarak lenfödem, izole bir tablo veya hayatı tehdit eden sistemik bir sendrom olabilir. Tanı, tedavi ve takip aşamasında multidisipliner yaklaşılmalıdır.Item Sağlık Hizmetlerinde Podolojinin Gelişimi ve Eğitimine Genel Bir Bakış(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-02-02) Çoban, Derya; Bektaş, gülferÖZET Podoloji, podos- (ayak) ve -loji (bilim) sözcüklerinden oluşan ve dünyada tarihi çok eskilere dayanmasına rağmen, Türkiye’de çok yeni olan bir bilim dalıdır. Türkiye’deki gelişimi 2008 yılında Podoloji Derneği’nin kurulmasını takip eden çalışmalarla ve podologluğun meslek kanununun 26.04.2011 tarihinde yayınlanmasıyla başlamıştır. Podo loji, vücudumuzda organ fonksiyon bozukluklarının alt ekstremitede sinir, damar, eklem, cilt üzerine olan olum suz etkilerini tanımlayan ve verdiği hasarı önleyici tedbirlerle azaltmaya çalışan bir sağlık mesleğidir. Türkiye’deki mesleki gelişimi çok yeni olmakla birlikte dünyada gelişimi eskilere dayanmaktadır. Bu çalışmadaki amaç, konjenital, edinsel ya da travmaya bağlı olarak gelişen ayak hastalıklarına yönelik birtakım primer / önleyici / koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri veren podoloğun eğitimini, podoloji alanına giren uygulamaları ve podologların mesleki gelişimini inceleyerek, Türkiye’de podolojinin sağlık hizmet sunumundaki yerini ve önemini vurgulamaktır.Item Toksoplazma Koryoretinitine Bağlı Geniş Seröz Makula Dekolmanı: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-02-02) Yılmaz Tuğan, Büşra; Karabaş, Levent; Özkan, bernaÖZET Toxoplasma gondii koryoretinite sebep olabilen zorunlu intraselüler parazittir. Çoğunlukla kendine sınırlı bir hastalık olmasına rağmen optik sinir ya da maküla tutulumuna ve/veya ağır vitreus inflamasyonuna sekonder gör me keskinliğini azaltabilir. Enfeksiyonun ‘klasik’ bulgusu pigmente koryoretinal skardır. Kenarında tüysü beyaz, nekrotizan retinokoroidit odağı görülebilir. Biz burada hızlı ve uygun bir tedavi sonucu anatomik ve fonksiyonel başarı elde ettiğimiz geniş seröz maküla dekolmanı ile komplike olmuş bir toksoplazma koyoretiniti olgusunu sunmayı amaçladık.Item Bazı Sigorta Şirketi Yöneticilerinin Türkiye’de Özel Sağlık Sigortacılığı Üzerine Bir Değerlendirmesi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-03-03) Özsarı, Haluk; Özden, GüdükÖZET Amaç: Bu çalışmada özel sağlık sigortacılığının mevcut durumu, sorunları, gelişimi için neler yapılması gerektiği ve geleceği hak kında profesyonellerin görüşleri derlenmiştir. Böylece sağlık politikaları ve finansmanı konusunda karar vericilere katkı sağlamak, aynı zamanda sağlık alanında çalışan akademisyenlere ve öğrencilere ışık tutmak amaçlanmıştır. Çalışma Planı: Ülkemizde hizmet veren 39 özel sağlık sigorta şirketinin 8’inde üst düzey yönetici olarak görev yapan kişiler ile 2018 yılında Kasım-Aralık aylarında yüz yüze derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Literatür taraması ile oluşturulan, 12 adet yarı yapılandırılmış soru sorularak ülkemizde özel sağlık sigortacılığını hem destekleyici sağlık sigortası hem de tamamlayıcı sağlık sigortası yönüyle değerlendirmeleri istenmiştir. Çalışmaya dâhil edilen sigorta şirketlerinin pazar payı toplamı %82’dir. Görüşme yapılan sekiz kişinin özel sağlık sigortacılığı alanında çalışma süresi ortalaması ise 21,75 yıldır. Bulgular: Gelişmiş ülkeler ile kıyaslandığında özel sağlık sigortacılığının yeterince gelişmediği; sosyal sigorta kapsamının fazla geniş olması, sigorta bilincinin düşük olması ve kamunun sunduğu sağlık hizmetine duyulan güvenin buna neden olan en önemli etkenler arasında sıralanabileceği ifade edilmiştir. Bu kapsamda; hizmet sunumunda standardı oluşturacak klinik rehberlerin bu lunmaması, hastanelerin sunduğu hizmet maliyetlerindeki artışın primlere doğrudan yansıması, sigorta şirketleri ile hastaneler arasında yapılan bazı anlaşmaların sistemin işleyişini olumsuz etkileyerek dengeyi bozduğu belirtilerek; suiistimaller özel sağlık sigortacılığının önemli sorunları arasında gösterilmiştir. Hem finansal sürdürülebilirlik hem de vergi kaybını önlemek açısından devletin özel sağlık sigortacılığını desteklemesi gerektiği ifade edilerek bu desteklerin; bireysel veya kurumsal vergi teşviki ya da zorunlu sosyal sigorta primlerinde azaltma şeklinde olabileceği önerilmiştir. Sonuç: Özel sağlık sigortacılığının ülkemizdeki durumu, sorunları, diğer ülke örnekleri ile farklılıkları ve gelecek beklentileri ortaya konulmuştur. Özel sağlık sigortacılığının, alternatif bir finansman kaynağı olarak ülkemiz sağlık sistemine uygun gelişimi için ileri çalışmalar yapılması önerilmektedirItem The Level of Knowledge of Healthcare Workers, Excluding Physicians, Regarding HIV, and Their Approach to People Living with HIV(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-03-03) Yurttaşer, Ercan; Çaçur, Orkun; Atakul, Onur; Görgülü, Yasemin; Şirin, Alperen; Yasin, YeşimABSTRACT Since its discovery, the Human Immunodeficiency Virus (HIV) continues to be a major health concern globally. Unofficial records show that over 14000 cases of HIV have been reported in Turkey, and this number is on the rise. People living with HIV (PLHIV) have become subjected to stigmatisation and discrimination all around the globe, including Turkey. This approach had a negative impact on PLHIV, especially in the healthcare industry. Previous studies, in Turkey and globally, have shown that healthcare workers lacked sufficient knowledge about HIV and PLHIV. Consequently, their approach to PLHIV was at times inappropriate and unequal. This study aimed to look at the level of knowledge of healthcare workers, excluding physicians, and their approach to PLHIV. A survey based on a questionnaire was conducted in 3 private hospitals in Istanbul, Turkey. A total of 161 participants-of which 67 were nurses, 54 were receptionists, 16 were laboratory technicians, 13 were physiotherapists, and 11 were caregivers-took part in this study. The questionnaire consisted of 14 total questions, divided into three sections; ‘Modes of HIV transmission’, ‘Protection from HIV transmission’ , and ‘HIV in the workplace’ . On average, 41% of healthcare workers lacked sufficient knowledge regarding modes of HIV transmission, and 48% lacked sufficient knowledge regarding protection from transmission of HIV. Furthermore, 48% had a different approach to PLHIV compared to other patients. Healthcare workers lack sufficient knowledge regarding HIV, and this reflects on their approach towards PLHIV. As a result of this stigmatisation, PLHIV are subjected to discriminative attitudes from the moment they set foot in a hospital environment. Therefore, educating healthcare workers about HIV is crucial to ensure that their approach to PLHIV is equal to that of other patients.Item Adana Acıbadem Hastanesinde Hastane Enfeksiyonları Surveyansı: Bir Yıllık Analiz Sonuçları(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-03-03) Karagun, Barbaros Şahin; Akyıldız, Özay; Onaç, Hilal; Kaya, Fadime; Erdemler, Filiz; Çetin, Taylan Özgür; Antmen, Bülent; Soyupak, Bülent; Alhan, EmreÖZET Amaç: Hastanemizde gelişen hastane enfeksiyonuna (HE) neden olan etkenlerin dağılımı ve antibiyotik duyarlılıklarının belir lenmesi. Hastalar ve yöntem: Yaklaşık 116 yatak kapasiteli hastanemizde, Ocak 2017 – Aralık 2017 tarihleri arasındaki hastane enfeksiyon ları surveyans yöntemi ile retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Ocak 2017-Aralık 2017 tarihleri arasında Acıbadem Adana Hastanesinde 9931 hasta yatışı yapıldı. Hastaların 92’sinde hastane enfeksiyonu geliştiği saptandı. Tüm hastane genelinde enfeksiyon hızı %1,32 idi. HE dağılımı; 30 hastada bakteriyemi (%29,4), 22 hastada cerrahi alan enfeksiyonu (%21,5), 20 hastada üriner sistem enfeksiyonu (%19,6) ve 15 hastada pnomoni (%14,7) olarak saptandı. Çocukluk yaş grubunda bakteriyemi ve pnömoni, yetişkin yaş grubunda ise üriner sistem ve cerrahi alan enfeksiyonu en sık sapta nan HE idi. HE gelişen hastaların %97,7’de bir ya da daha fazla etken izole edilirken, %2,3’de herhangi bir etken izole edilemedi. Hastane genelinde en sık izole edilen mikroorganizmalar sırasıyla; Klebsiella spp. (%29,5), E.coli (%22,7), maya mantarları %20 ,5 ve S.aureus (%9) idi. HE en sık olarak onkoloji servisinde (%57,8), genel yoğun bakım ünitesinde (%24,5) ve pediatrik kemik iliği ünitesinde (%17,6) görüldü. Sonuçlar: HE yataklı tedavi kurumlarının hizmet kalitesinin önemli göstergelerinden biri olup artık tüm dünyada önemli bir sağ lık sorunu olarak görülmektedir. HE önlemek için düzenli olarak surveyans çalışmaları yapılarak elde edilen sonuçlar düzenli bir şekilde takip edilmeli, ayrıca gereksiz invaziv işlemlerden kaçınılmalıdır. Tüm hastaneler ve hastane içinde birimlerin; hastane enfeksiyonuna neden olan mikroorganizmaları ve bunların direnç oranlarını surveyans çalışmaları ile belirlemeleri, tedavi karar larını buna göre vermeleri gerekir.Item Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uygulamalarında Kullanılabilecek Anlık Denge Kontrolü ve Biyolojik Geri Bildirimi Sağlayan Giyilebilir Sensör Tasarımı(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-03-03) Argunşah Bayram, Hande; Yalçın, BegümÖZET Denge ve performansın iyileştirilmesi için motor bilgilerinin arttırılması yoluyla statik ve dinamik görevlerde motor kontrolünü destekleyen biyolojik geri besleme, rehabilitasyon sırasında hastalara, fizik tedavi ve rehabi litasyon uzman doktorları ile fizyoterapistlere yardımcı olmak için kullanılmaktadır. Postürel kontrol ve denge eksikliği, günlük yaşam aktiviteleri sırasında hastaların mobilizasyonu ve bağımsız performansları üzerinde en büyük etkiye sahiptir. Bir bireyin “statik” dengesi, sabit dururken veya bir seferde tek bir görevi yerine getirirken kabul edilebilir olsa da; “dinamik” denge sorunları, mobilizasyon sırasında veya bir seferde birden fazla görev yaparken ortaya çıkabilir. Bu nedenle, hastanın gerçek zamanlı dinamik dengesinin farkında olmak hem hasta hem de uzman doktor ile fizyoterapist için önemlidir. Bu araştırmada, ortopedik ve nöromusküler hastalıkların fizik tedavi ve rehabilitasyonu sırasında kullanılmak üzere tasarlanan dokunsal ve görsel biyolojik geri bildirim mekanizması geliştirilmiştir.Item COVID-19 Enfeksiyon Hastalığı Salgınına Biyoetik Açıdan Bakış(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-03-03) Işıl Ülman, YeşimÖZET Enfeksiyon hastalıkları, hayvandan insana, insandan insana bulaşabilen, tanı konabilir, tedavi edilebilir, iyileşti rilebilir ve önlenebilir hastalıklardır. İnsanlarda hastalık, sakatlık ve ölüme neden olabildiklerinden, enfeksiyon hastalıklarıyla mücadele önemlidir. Tıp ve bilim tarihi açısından bakıldığında, insanlık, enfeksiyon hastalıklarıyla mücadelede bağışıklama yöntemiyle önemli başarılar elde etmiştir. 2019 Aralık ayında Çin’de ilk kez saptanan yeni koronavirüs (SARS-CoV-2), COVID-19 adı verilen akut solunum yolu enfeksiyon hastalığına yol açmış; kısa sürede dünya üzerinde yayılarak pandemiye dönüşmüş, toplumsal ve ekonomik sorunlara yol açmıştır. Salgınla mücadelede bilimsel olarak ne yapmak gerektiğini anlamanın yanı sıra bu mücadelenin “nasıl” yapılaca ğının, hangi tutum ve davranışlarla yönetileceğinin, bir başka deyişle, meselenin etik boyutunun sorgulanmasına ihtiyaç vardır. COVID-19 salgını ile mücadelede, kanıta dayalı bilimsel, tıbbi müdahale sürerken; biyoetik açıdan, gelişmelerin açıklık, şeffaflık ve gerçekçilikle kamuoyuyla paylaşıldığı; herkese eşitlikle muamele edildiği, ka rantina ve izolasyon durumlarında kişi özerkliğinden, toplum sağlığı adına orantılı, ölçülü fedakarlık beklendiği; insanlar, hastaneler, birimler ve ülkeler arasında dayanışma ve işbirliğinin desteklendiği; hükümetlerin hesap verilebilirlikle halkın ihtiyaçlarına cevap verebildiği, iktisadi hayatın karşılıklı işbirliği ve dayanışma ile destek lendiği, insan haklarına ve onuruna uygun; insani, çoğulcu, çevreye, biyosfere, biyoçeşitliliğe, gelecek nesillere saygılı ve sorumlu tutum ve davranışlarla salgın yönetimi önerilir.Item Martius Flap for Rectovaginal Fistula Repair: Operative Technique and Postoperative Outcomes(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-03-03) Agheyeva, Afag; Atasoy, Deniz; Aytaç, Erman; Kırbıyık, Ebru; Bağhaki, Semih; Karahasanoğlu, Tayfun; Baca, bilgi; Hamzaoğlu, İsmailABSTRACT Purpose: The most common reason for rectovaginal fistula (RVF) is obstetric trauma and the other most common cause is Crohn’s disease (CD). Various surgical options, including sphincteroplasty, gracilis flaps, Martius flaps, fecal diversion and advancement flaps are discussed. The aim of this study is to present the techniques of Martius flap and present patients’ long-term surgical outcomes, quality of life and sexual activity. Methods: A total of six patients with RVF who underwent Martius flap procedure were included in this study. Patient demographics, perioperative outcomes, short and long-term results including quality of life (QOL), sexual function and complications were evaluated. Results: Between April 2014 and August 2014 six female patients with RVF underwent Martius flap procedure. Mean age and body mass index were 47±14.17 (range, 33-68) and 25 (range, 20-36), respectively. The indications for operation were Crohn’s disease (n=3), obstetrical trauma (n=1) and postsurgical complications including stapler misfire (n=1) and rectocele repair (n=1). The mean follow up was 32± 1.47 (range, 3-34) months. Cosmetic outcomes were good for all patients. As the result of the Female Sexual Function Index (FSFI), 66% (n=4) of patients have an active sexual life. QOL is well for all patients. The CGQL score was 0.8. Five patients are followed without recurrence but a patient with CD has recurrence at 18 mo. of operation. Conclusion: Considering the aforementioned advantages, the Martius flap is a feasible technique for RVF repair when performed selectively by experienced handsItem Susceptibility-Weighted Imaging in Grading of Infiltrative Glial Tumors(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-03-03) Ocak, Firuze; Yıldız, Mehmet Erdem; Dinçer, AlpABSTRACT Purpose: Histopathological and radiological examination is necessary for the evaluation of tumor types and staging. Histopathologic examination is considered as the gold standard, while the radiological examination is used for preoperative evaluation. The purpose of the present study was to evaluate susceptibility-weighted imaging (SWI) the in grading of infiltrative glial tumors. Materials and Methods: The SWI sequences in pre-operative magnetic resonance imaging (MRI) images were retrospectively assessed in a total of 67 patients (mean age, 36.7 years; age range, 4–79 years; 29 female, 38 male) who were diagnosed with a glial tumor based on histopathological examination. The numbers of punctate intratumoral susceptibility sign (ITSS) in the SWI sequence in the tumors were determined by two radiologists on a consensus-based approach. Lesions with no ITSS were graded as Grade 0, while those having 1–5, 6–15, >15 ITSS were categorized as Grade 1, Grade 2, and Grade 3, respectively. No susceptibility was classified as ITSS, “non-punctate with blurred margins” and diffuse susceptibility were categorized as >15. ITSS grades were compared to the results of histopathological grading and diagnosis. Results: The sensitivity, specificity, negative predictive value, and positive predictive value of the presence of ITSS regarding differentiating high and low-grade glial tumors were 97.6%, 88%, 95.65%, and 93.18%, respectively. Conclusion: In diffuse glial tumors, while the presence of ITSS is indicative of high-grade tumors, its absence is associated with low-grade tumors. These data suggest that the presence rather than the number of ITSS yields more information on the grade of this type of tumor.Item Hipofizit(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-11-01) Kara, MüjdatÖZET Hipofizit, hipofiz bezinin otoimmun heterojen inflamatuar bir hastalığıdır. Primer ve sekonder olmak üzere 2 formda görülür. Lenfositik hipofizit en sık görülen hipofizit formudur ve hipofizin hormonal sekresyonlarını bozabilen, hipofiz adenomlarını taklit edebilen ve bazen hipofiz yetersizliği ile mortaliteye neden olabilen bir hastalıktır. Tedavide amaç var olan semptomların azaltılması, hipofizer kitlenin küçültülmesi ve meydana gelen hormonal eksikliklerin giderilmesidir. Medikal tedavide en sık kullanılan ilaçlar glukokortikoidlerdir ve hipofiz bezinin küçülmesini ve hipofiz fonksiyonlarının düzelmesini sağlarlar. Glukokortikoidlerin yetersiz kaldığı olgularda azotiopurin, methotrexate, cyclosporin A gibi diğer immusupresif ilaçlar kullanılabilir. Cerrahi tedavi bazı olgularda gerekli olabilir. Bu değerlendirmede, güncel literatür bilgileri ışığında hipofizitin sınıflaması, klinik önemi ve tedavi yaklaşımları tartışılmıştır.Item Evaluation of Anthropometric Measurements with Sociodemographic Characteristics and Nutritional Status of Female Health Professionals(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-11-01) Erzurum Allim , Nural; Antıcı Çolak , Gözde; Karakaya, Rahime Evra; Dündar, SelinABSTRACT This study was planned to evaluate the anthropometric measurements with sociodemographic characteristics and nutritional status of 134 women health professionals aged 20-50 years. Food frequency questionnaire form was applied by a trained dietitian for assessment of dietary intake. Anthropometric measurements such as body weight, height, waist circumference and hip circumference were taken. Physical activity status was determined by a one-day physical activity registration form. According to the BMI classification, 39.6% of women were overweight and 14.2% of them were obese. Daily carbohydrate intake was higher in normal weight (48.3%) than obese individuals (41.4%) (p<0.05). The prevalence of obesity is high among female health professionals. Unbalanced dietary macronutrient composition like low carbohydrate/high fat intake may lead to obesity.Item Abiotrophia Defectiva Endocarditis Related to Mitral Valve Prolapse: A Case Report(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-11-01) Güllü, Ahmet Ümit; Şenay, Şahin; Boğa, Salih Anıl; Alhan, CemABSTRACT Abiotrophia defectiva is a very rare and important cause of culture-negative infective endocarditis and may cause insidious clinical progression. Clinicians should be aware of this bacterium when dealing with blood culturenegative endocarditis especially in patients with predisposing factor such as mitral valve prolapse.Item Ratlarda Trinitrobenzensulfonik Asit ile Oluşturulan Deneysel Kolitte Kısa Zincirli Yağ Asitlerinin Epitel Onarımına Etkisi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-11-01) Kara , Müjdat; Tezel, H. AhmetÖZET Amaç: Bu araştırmanın amacı, trinitrobenzensulfonikasid (TNBS) ile deneysel kolit oluşturulan ratları kullanarak kısa zincirli yağ asitlerinin ülseratif kolit tedavisindeki yerini tartışmaktır. Yöntem: Bu araştırmada, deneysel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Ortalama ağırlıkları 150±30 gr. arasında değişen 30 dişi Wistar cinsi rat çalışma grubunu oluşturmuştur. Ratlar randomize olarak 10’ar adetlik üç gruba ayrılmıştır. Gruplar, iki grup deney, bir grup kontrol grubu olmak üzere yine randomize olarak atanmıştır. Birinci deney grubuna 3. günden itibaren günde iki kez intrakolonik olarak KZYA, ikinci deney grubuna ilk günden itibaren günde iki kez KZYA olarak uygulanmıştır. Kontrol grubuna ise 3. günden itibaren günde iki kez serum fizyolojik uygulanmıştır. 6. günde çalışma sonlandırılarak ratlar dekapite edilmiştir. Kolon mukozasının makroskopik ve mikroskobik değerlendirmesiyle MPO aktivitesi değerlendirmesi yapılmıştır. Bulgular: 1.-2., 2.-3., 1.-3. grupların kolon makroskopileri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0,05; p<0,01; p<0,01). 1.-2. grupların kolon MPO’ları arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunamamıştır (p=0,139). 1.-3. ve 2.-3. grupların kolon MPO’lan istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılaşmaktadır (p<0,05; p<0,01). Tartışma: Araştırma sonuçlarına göre, 2. gruptaki kolon makroskopik skorlaması ve MPO aktiviteleri, 1. ve 3. gruplara nazaran istatistiksel olarak anlamlı derecede başarılıdır. Bu bulgu, KZYA’nin ÜK tedavisinde alternatif bir seçenek olabileceği sonucunu doğurmaktadır.Item 360 Derece Performans Değerlendirme Sistemi ve Özel Bir Sağlık Kuruluşu Uygulama Örneği(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-11-01) Bircan, Bahar; Bektaş, Gülfer; Aytaç, BüşraÖZET İşletmelerin insan kaynakları yönetimi fonksiyonlarından biri olan performans değerlendirmede etkinliğin ve verimliliğin ölçülebilmesi son derece önemlidir. Küreselleşmenin etkisi ile değişen ve gelişen koşullara uyum sağlamak durumunda kalan işletmeler için performans değerlendirme çalışmalarının önemi artmış, hem kamu hem de özel sektörde çeşitli yöntemlerle uygulanmaya başlamıştır. Özellikle son on yılda performans değerlendirme süreçlerinin ve yöntemlerinin hızlı bir ilerleme kaydettiği görülmektedir. Örgütler ise yaşanan bu değişimlere ayak uydurabilmek için, işgörenlerin; kendileri ve üstlerinin yanı sıra diğer çalışma arkadaşları ve bazı durumlarda hizmet veya ürün sundukları müşterileri tarafından da değerlendirilmesini sağlayan 360 derece performans değerlendirme sistemini tercih etmeye başlamışlardır. Bu çalışmada amaçlanan, 360 derece performans değerlendirme yönteminin sistem içerisindeki etkisine yer vermekle beraber, diğer hastane çalışanları için uygulanabilirliği konusunda zemin oluşturmaktır. Ayrıca, Türkiye genelinde hizmet sunan özel bir sağlık kuruluşunun 360 derece performans değerlendirme sistemi detaylı şekilde incelenmiş, değerlendirme detayları ve sonuçları paylaşılmıştır.Item Hidroksisinamik Asit Türevlerinin Canlı-Dışı Helicobacter Pylori Karşıtı Etkileri ile Üreaz Enzimini Engelleme Etkinliklerinin Araştırılması(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2020-11-01) Oktem Okullu, Sinem; Mansur, Nesteren; Mozioglu, Erkan; Kolgazi, MeltemÖZET Helicobacter pylori (H. pylori), insanlarda, gastrit, peptik ülser, gastrik kanser ve mukoza ilintili lenfoid doku lenfoması gibi ciddi mide hastalıklarına yol açan önemli bir hastalık etkenidir. H. pylori, ürettiği üreaz enzimleri sayesinde üreyi, karbondioksit ve amonyağa parçalayarak mide çeperinin asidik koşullarını normal pH’ya getirip hayatta kalabildiği için bu bakterilerle vücudun savaşımı kolay değildir. H. pylori enfeksiyonları için antibiyotikler mevcut olsa da antibiyotik direnci gelişimi nedeniyle bu tedaviler sonuçsuz kalabilmekte ve yeni antibiyotiklere gereksinim her geçen gün artmaktadır. Hidroksisinamik asit türevleri basit fenolik asitler olup meyvelerde, meyve çekirdeklerinde ve sebzelerde bulunmaktadır. Ferulik asit, kafeik asit, p-kumarik asit, sinapik asit, sözü edilen bu fenolik asit grubuna ait olup antioksidan, anti-inflamatuvar, antimikrobiyal özelliklere sahiptir ve bu nedenle bazı bakteri enfeksiyonlarının tedavisinde, ilaçlara seçenek olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmamızda, bu üç fenolik asidin H. pylori üzerindeki antimikrobiyal etkinliği ve ürez enzimini engelleme etkisi araştırıldı. Hidroksisinamik asit türevlerinin anti-H. pylori etkisi H. pylori G27 standart suşu üzerinde test edildi. Minimum inhibisyon konsantrasyonu (MİK), değerleri 512 ila 0,5 ug/mL arasında değiştiği seri tüp seyreltme yöntemiyle, minimum bakterisidal konsantrasyon (MBK) değerleri ise MİK içinde kullanılan aynı konsantrasyonlarda canlı ve ölü bakterilerin nispi oranının hesaplanması ile belirlendi. MİK için CLSI M07-A9, MBC için CLSI M26-A protokolleri kullanıldı. Ureaz inhibisyon aktivitesi Helicheck, üreaz aktivitesine özgü indikatörlü besiyerinde ölçülmüştür. H. pylori’ye karşı test edilen tüm bileşikler için MİK 64 ug/mL ve MBK 128 ug/mL idi. Test edilen bileşiklerin H. pylori tarafından salgılanan üreaz enzimi üzerinde hiçbir inhibisyonu saptanmadı. Nükleotid salma deneyi sonuçlarına göre, hidroksisinamik asit türevlerinin bakteri zarında hasara sebep olması ile zarda oluşan deliklerden dışarı salınma eğiliminde olması beklenen herhangi bir nüklotit miktarı ölçülememiştir. Gerçekleştirilen bu çalışma, literatür taramalarımız doğrulutusunda, hidroksisinamik asit türevlerinin anti-H. pylori aktivitesini gösteren ilk çalışmadır. Bu bileşiklerin anti-H. pylori üzerindeki etki mekanizmasını anlamak için daha ileri analizlere ihtiyaç vardır.