2011
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11443/29
Browse
Item Alın Çizgisi İnsizyonu ve Osteoplastik Flep Yaklaşımıyla Frontal Sinüsten Tümör Çıkartılması: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-04-01) Aydoğmuş, Seyit; Açıkel, Cengiz; Yılmaz, Kahraman BerkanÖZET Bir yıldır frontal baş ağrısı, burun tıkanıklığı, baş dönmesi ve görme bulanıklığı yakınmaları ile başvuran 35 yaşındaki erkek hastanın radyolojik incelemesinde frontal sinüsün orta ve sol tarafını tamamen dolduran opak-yarı opak bir kitle saptandı. Hastada belirgin olan yatay alın çizgisi üzerinden yapılan insizyonla girildi, frontal sinüs ön duvarı, osteoplastik flep tarzında açılarak kitleye ulaşıldı ve kitle başarıyla çıkartıldı. Kitlenin çıkartılma tekniği, histopatolojik incelemesi ve 6 ay sonraki estetik ve fonksiyonel sonuçları sunuldu.Item Anaerop Kan Kültür Şişelerinin Rutin Kullanımının Değerlendirilmesi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-07-01) Akyar, Işın; Yaman, GörkemÖZET Amaç: Rutin kan kültürü uygulamalarında farklı protokoller uyarınca 2 ae rop şiş e ya da 1 aerop, 1 anaerop şişeden oluşan kan kültür setleri kullanıla bilmektedir. Aerop kan kültür şişeleri ile birlikte anaerop kan kültür şişeleri nin kullanıldığı kan kültür setlerinde fakültatif anaerop bakterilerin yalnız ca aerop şişelerin kullanıldığı kan kültürlerine göre daha iyi üredikleri gös terilmiştir. Kan kültürlerinde anaerop üremeleri saptayabilmek ve fakülta tif anaerop bakterilerin de saptanabilirliğinin arttırılması amacı ile anaerop kan kültür şişelerinin rutin kullanımının uygunluğu araştırılmıştır. Hastalar ve yöntem: Ağustos 2009 - Ağustos 2010 tarihleri arasında kuru mumuza ait 9 farklı hastaneden gönderilmiş olan 2398 hasta örneği (4796 şişe) 1 aerop ve 1anae rop kan kültür şişesinden oluşan kan kültür setlerine ekilerek BACTEC otomatize sistemi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmada tüm kan kültürlerinde pozitiflik oranı %29,6 olarak saptanmıştır. Tüm üremelerin 172’si (%24.3) yalnızca anaerop şişelerde, 310’u (%43.7) yalnızca aerop şişelerde, 227’si (%32) ise hem aerop hem de anaerop şişelerde saptanmıştır. Tüm üremelerin %63,8’ini Gram pozi tif koklar, %27,8’ini Gram negatif basiller, %0,4’ünü anaeroplar, %8,2’sini mantarlar oluşturmuştur. Bu mikroorganizmaların yalnızca anaerop şişe de üreme oranları Gram pozitif koklar için %26.1, Gram negatif basiller için %17.3, anaeroplar için %100, mantarlar için ise %3.4 olarak saptan mıştır. Sonuç: Bu veriler ışığında, kurumumuzda anaerop kan kültür şişelerinin ru tin laboratuvarda aerop şişelerle birlikte kullanılmalarının sürekliliği uygun bulunmuştur.Item Andersen Tawil Sendromunda Anestezi Uygulaması(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-10-01) Koçyiğit, Muharrem; Akpek, Elif; Güneş, Candemir; Şirin, FatihÖZET Andersen Tawil sendromu kardiyak disritmi, periyodik paralizi ve geli şim deformiteleriyle karakterize olan nadir görülen genetik bir hastalıktır. Sendromda gözlenen kardiyak bulgular ventriküler aritmi (%84), uzun QT sendromu (%50), anormal TU dalga paterni (%73) ve ani kardiyak arrest tir (%10). Periyodik paraliziler sıklıkla hipokalemide görülmekte ve bu du rumda kardiyak aritmi sıklığı artmaktadır. Fiziksel görünümde ise kısa boy, hipertelorizm, hafif bilateral ptosis, düşük kulak seviyesi, protrude alın, hi poplastik mandibula ve sindaktili bildirilmektedir. Bu olgu ile Andersen Ta wil sendromu tanısı bilinen bir hastanın rinopItem Bilateral Koanal Atrezide Anestezik Yönetim(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-04-01) Ustalar Özgen , Zehra Serpil; Aydoğmuş, Seyit; İsbir, Olcay; Almaç, Senem; Erkek , Esin; Toroman ,FevziÖZET Koanal atrezi, nazofarenks açıklığını sağlayan posterior koanannın unilateral veya bilateral olarak total obstrüksiyonudur. Yenidoğan döneminde acil müdahele ile düzeltilmesi gereken ve hava yolu obstruksiyonuna yol açabilen bir durum olduğundan uygun şartlarda hava yolunun açılması gereklidir. Anestezi ve cerrahi açısından özellik taşıyan bilateral koanal atrezili iki olgu aracılığı ile bilateral koanal atrezide anestezi yönetimi gözden geçirilmiştir.Item Bir Kamu Hastanesinde Çalışan İşçilerin İş Doyumu ve Etkileyen Faktörler(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-10-01) Oflezer, Ceyhan; Ateş, Metin; Bektaş, Gülfer; İrban, ArzuÖZET Amaç: Bu araştırma bir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çalışan işçilerin iş doyum düzeylerini ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla, tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Çalışma Planı: Araştırmanın evrenini, bu hastanede bütün çalışan işçiler oluşturmuştur (n=834). Araştırma kapsamına, anket uygulamasını kabul eden 630 işçi (% 75.2) alınmıştır. Araştırmaya katılan işçilere İş Doyum Ölçeği uygulanarak, veriler toplanmış ve varyans analizi (ANOVA), Tukey-HSD testi, t testi ve Pearson Korelasyon Analizi ile istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırma grubundaki işçilerin genel iş doyum puanı 44.3±11.8 olup, standart puanlara göre düşüktür. İşçilerin işin değişik boyutlarına ilişkin doyum puanı ortalamalarının farklı olduğu ve en düşük doyum sağlanan boyutun ‘ücret’ (30.9), en yüksek doyum sağlanan boyutun ise ‘ekip çalışması’ (55.8) olduğu belirlenmiştir. İşçilerin genel iş doyumunu; yaş, birlikte yaşadıkları kişiler ve yer, çocuk sahibi olma, çocuk bakım sorunu yaşama, çalıştıkları kurum ve birimler, toplam hizmet süreleri, şu an bulunduğu kurumda çalışma süreleri, çalışma biçimleri, görevleri, çalışma düzenleri, gece nöbeti, hafta sonu çalışma, haftalık çalışma süresi, meslek seçimi, mesleki görüş, sağlık durum ve algı gibi değişkenlerin etkilediği (p< 0.05), eğitim, medeni durum ve daha önce başka bir işte çalışmış olma gibi değişkenlerin ise genel iş doyumunu etkilemediği saptanmıştır (p≥ 0.05). Sonuç: Elde edilen sonuçlar ışığında; işçilerin iş doyumunu, dolayısıyla hizmetin etkinliğini artırmak amacıyla, yöneticilere ve diğer araştırmacılara yardımcı olabilecek öneriler getirilmiştir.Item Burun Deliğinde Bazal Hücreli Karsinom: Olağan Bir Tümör, Olağandışı Bir Yerleşim(2011-01-01) Mansur, Ayşe Tülin; Aydıngöz, İkbal Esen; Göktay, Fatih; Akkaya, Ayşe Deniz; Güneş, PembegülÖZET Bazal hücreli karsinom (BHK) burunda sık yerleşir, ancak tümörün burun boşluğu tabanı ve burun deliklerinden başlaması çok nadirdir. Altmış iki ya şında bir erkek hasta sağ burun deliğinde 10 yıl önce başlayıp ilerleyen ül serli bir plak nedeniyle başvurdu. Bu bölgeye travma veya aşırı ve uzun süre li güneş teması belirtilmedi. Öyküde immünsüpresyona yol açacak herhan gi bir hastalık veya tedavi de tanımlanmadı. Deri muayenesinde sağ burun deliğinin alt ve yan duvarlarında deri renginde ve pembemsi küçük papül lerin oluşturduğu, kabarık kenarlı, ortası yüzeyel olarak ülserleşmiş bir plak saptandı. Lezyon sınırları tam olarak belirlenememekle beraber burun boş luğuna doğru uzanım gösteriyordu. Tüm vücut deri muayenesinde nevoid BHK sendromuna ait herhangi bir bulguya rastlanmadı. Histopatolojik ince lemede deri ve mukozayı tutan solid tipte BHK saptandı. Burunda yerleşen BHK’u ele alan geniş olgu çalışmalarda burun deliklerinin tutulumuna çok ender rastlandığı görülmektedir. Bu durumun nedeni tam olarak bilinmemektedir, ancak göreceli olarak düşük ultraviyole ışık ve he nüz tam olarak tanımlanmamış başka faktörlerin etkili olması muhtemel dir.Item Çocukluk Çağı Supratentorial Yüksek Dereceli Glial Tümör: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-10-01) Silav, Gökalp; Atalar, Banu; Ilgaz Aydınlar, Elif; Er, Özlem; Sav, Aydın; Elmacı, İlhanÖZET Pediatrik yüksek dereceli glial tümörler erişkinlerde ortaya çıkan eşdeğerle rine göre belirgin sitogenetik ve moleküler farklılıklar gösterirler. Adjuvan tedavilere verdikleri yanıtlar açısından da erişkin yüksek dereceli glial tü mörlerden farklıdırlar. Maksimum güvenli tümör rezeksiyonu içeren cerrahi tedavi, hastaların yaşam sürelerinin uzamasını sağlamaktadır. Ayrıca, mo dern kemoterapi ajanları ve radyoterapideki gelişimlerde uygulanabilecek tedavilerin sınırlarını genişletmiştir. Bu olgu sunumu ile çocukluk çağı yük sek dereceli glial tümörlere güncel yaklaşımın irdelenmesi, tanı ve tedavide ortaya çıkan gelişmelerin değerlendirilmesi amaçlanmıştırItem Dev Anogenital Kondiloma Akuminata’da Total Eksizyon ve S-Anoplasti ile Onarım(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-10-01) Ertem, Metin; Özveri, Emel; Gök, HakanÖZET Viral etkene bağlı olarak cinsel ilişkiyle geçen kondiloma akuminata hastalı ğının tedavisinde çeşitli yöntemler bulunmasına rağmen özellikle dev kon dilomlarda cerrahi eksizyon gerekmektedir. Olgumuzda anal kanal mukoza sını işgal eden dev kondilomda cerrahi eksizyon sonrası uyguladığımız Fer guson S-anoplasti tekniğini sunuyoruz.Item Elektrikle Uyarılmanın ve K+ Depolarizasyonunun Sıçan Striatal Dilimlerinde Asetilkolin ve Kolin Salıverilmesine ve Doku Düzeylerine Etkisi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-04-01) Ulus, İsmail HakkıÖZET Amaç: Elektrikle ya da yüksek potasyumla uzun süreli uyarılmanın sıçan striatal beyin dilimlerinde asetilkolin ve kolin metabolizmasına etkilerini belirlemek. Yöntemler: Striatal dilimler dinlenme durumunda, elektrikle uyarılarak ya da yüksek potasyumla depolarize edilerek 120-dakika perfüze edildi. Perfüzatta ve dokudaki asetilkolin ve kolin radioenzimatik yöntemle ölçüldü. Bulgular: Dinlenme koşullarındaki dilimlerden ortama 376±20 pmol/mg protein/120 dakika asetilkolin ve 2375±85 pmol/mg protein/120 dakika kolin salıverildi. Uyarılma ile asetilkolin salıverilmesi 5-6 kat artarak elektrikle uyarılmada 2830±174 pmol/mg protein/120 dakika, potasyumla depolarizasyonda ise, 2360±85 pmol/mg protein/120 dakika düzeyine ulaştı. Kolin salıverilmesi elektrikle uyarımda değişmedi. Potasyumla depolarizasyonda ise, kolin çıkışı ilk 20 dakikalık dönemde %50 artmakla (p<0,01) beraber, 120 dakikalık dönemin toplamında %25 kadar azaldı (p<0,05). Bazal koşullarda perfüzyon ile doku asetilkolin ve kolin düzeyleri değişmedi. Elektrikle uyarılma doku kolin düzeyi değişmedi. Doku asetilkolin düzeyinde ise sınırlı (%20; 485±25 pmol, P<0,05) bir azalma oldu. Potasyumla depolarizasyonda dokudan asetilkolin kaybı (1800±85 pmol/mg protein) ve kolin kaybı (602±28 pmol/mg protein) daha yüksekti. Dinlenmede şartlarında tutulan, elektrikle uyarılan ya da potasyumla depolarize edilen dilimler 120 dakikalık sürede, sırayla, 390±21, 2345±165 (p<0,001) ya da 960±65 (p<0,001) pmol/mg protein asetilkolin ve 2335±170, 2203±95 ya da 1241±105 pmol/mg (p<0,001) kolin sentez etti. Toplam kolin oluşumu (asetilkolin+kolin) bazala göre elektrikle uyarılma ile %60 arttı (p<0,001). Potasyumla depolarizasyonda ise, %25 baskılandı (p<0,05). Sonuçlar: Bu bulgular elektrikle ve yüksek potasyumla uyarılmanın striatal dilimlerde asetilkolin ve kolin metabolizmasını farklı bir şekilde etkilediğini göstermektedir. Elektrikle uyarılma asetilkolin sentez ve salıverilmesini ve dokuda kolin oluşumunu arttırmaktadır. Potasyumla depolarizyonda ise asetilkolin sentez ve salıverilmesi artarken yeni kolin oluşumu baskılanmaktadır.Item Geç Redükte Edilmiş Çocuk Travmatik Kalça Çıkığı: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-07-01) Bilgesoy, İrfan; Erdem, Ahmet Can; Şener, NadirÖZET Çocuk travmatik kalça çıkıkları düşük enerjili travmalarla gelişen seyrek görülen vakalardır. Redüksiyon süresi prognozu doğrudan etkiler. Yüksek enerjili bir travma ile gelişmiş ve geç redükte edilmiş bir vakanın sonuçla rını değerlendirdikItem Genetik Absans Epilepsili Sıçanların (GAERS) Hipokampusunda Glukoz–6-Fosfataz’ın Histokimyasal Olarak Dağılımı(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-01-01) Şentürk, Gözde Erkanlı; Midillioğlu, Şükrü; Bolkent, Şehnaz; Arbak, SerapÖZET Epilepsi tekrarlayan nöbetlerin varlığı ile belirgin ve sıklıkla geçici bilinç ka yıplarına neden olan bir hastalıktır. Absans epilepsi modeli için kullanılan de ney hayvanları olarak bilinen Genetik Absans Epilepsili Sıçanlar (GAERS) gene tik olarak belirlenmiş nöbetler geçirmekte olup, 1980’li yıllardan itibaren in san absans epilepsi modelini teşkil edecek şekilde deneysel çalışmalarda kulla nılmaya başlanmıştır. Bu çalışmada, absans epilepsi modeli için kullanılan GA ERS sıçanlarda beyinde karbonhidrat metabolizmasında anahtar bir enzim olan glukoz-6-fosfataz aktivitesindeki değişiklik histokimyasal metotlarla araştırıl mış ve hipokampusdaki glukoz metabolizması – glukoz-6-fosfataz – epilepto genez ilişkileri kontrol grubunu oluşturan Wistar albino sıçanlarla kıyaslanarak belirlenmeye çalışılmıştır. Kontrol gruplarında, epileptik olmayan Wistar albi no (Rattus norvecigus) 4 aylık (n: 4), erkek, 220–240 gr ağırlığında sıçanlar kul lanıldı. Deney gruplarında ise 6 aylık (n: 4), 250–300 gr ağırlığında, EEG’de ab sans nöbetler geçirdikleri belirlenmiş olan GAERS sıçanlar kullanıldı. Her iki de ney grubunda hipokampusun Dentat Girus (DG) ve Cornu Ammonis (CA) bölge lerine glukoz–6-fosfataz histokimyası uygulandı. Kontrol grubu sıçanlara kıyas la GAERS sıçanlarda DG ve CA bölgelerinde glukoz–6-fosfataz reaktivitesinde bir artış olduğu enzim histokimyası uygulaması sonrası saptandı. Sonuç olarak, ge neralize konvulzif atakların glukoz kullanımını arttırdığının bilinmesinden yola çıkarak epilepsi vakalarında merkezi olarak verilecek glukoz–6- fosfatazın teda viye yönelik olarak kullanımını destekler deneysel çalışmaların da ileride yapıla bileceğini düşünmekteyiz.Item Her Üç Koroner Arterin de Sağ Valsalva Sinüsünden Köken Aldığı Olgu(2011-04-01) Norgaz, Tuğrul; Görgülü, Şevket; Şahingöz, YusufÖZET Koroner arterlerin aorttan anormal kökenli olmaları tanısal ve klinik sorunlara yol açabilmektedir. Sunduğumuz olgu, sol ana koroneri olmayan ve sol ön inen arter, sirkumfleks arter ve sağ koroner arterin ayrı ostiumlarla sağ valsalva sinüsünden köken aldığı bir olgudur. Bu oldukça nadir olgunun klinik, anjiyografik ve bilgisayarlı tomografik görüntülerini tanımlamayı ve literatürdeki diğer olguları da kısaca derlemeyi amaçladık.Item In Utero Etanol Uygulamasının Sıçan Testis Morfolojisi Üzerine Etkileri(2011-01-01) Çanıllıoğlu, Yasemin Ersoy; Ercan, FerihaÖZET Amaç: Etanol, erkeklerde testislerde atrofiye, germ hücrelerinde kayba, sperm üretiminde azalmaya, seminifer tübül çaplarında azalmaya ve testis ağırlığında düşüşe neden olur. Gebelik döneminde etanol uygulaması hem dişilerde hem de erkeklerde reprodüktif fonksiyonları bozarak fetuste tera tojenik etki göstermektedir. Bu çalışmanın amacı in utero etanol uygulanan sıçanların testisindeki değişimleri incelemektir. Yöntem: Bu çalışmada 2 deney grubu kullanılmıştır: 1) Kontrol grubu. 2) Al kol grubu. Alkol grubundakilere gestasyonel 14.günden itibaren doğuma kadar %30 etanol içeren sıvı verilmiştir. Deney ve kontrol grubundaki anne sıçanlardan doğan erkek yavrulardan 0., 15., 30. ve 90. günlük dönemlerde testis örnekleri alınmış, rutin parafin takibi uygulanmış ve kesitlere morfo lojik inceleme için Masson’un üçlü boyaması uygulanmıştır. Bulgu: Alkol neonatal grubunda bazı seminifer tübüllerde düzensizlik ler gözlenirken zamana bağlı olarak seminifer tübüllerde dejenerasyon ve spermatogenik hücre serilerinde azalma gözlenmiştir. Alkol neonatal ve postnatal 15. gün grubunda mezenkimal bağ dokusunun fazla olduğu, postnatal 30 gün ve 90 gün grubunda da interstisyel bağ dokunun artmış olduğu görülmüştür. Sonuç: Sonuç olarak, gestasyonel dönemde alınan alkol, erkek yavrularda seminifer tübüllerde spermatogenik hücre serilerinde azalmaya neden ol maktadır. Buna bağlı olarak gebelik döneminde alınan alkol, erkeklerde testiste atrofiye ve spermatogenik serideki hücre sayısını azaltarak inferti liteye sebep olabilir.Item Kondrodermatitis Nodülaris Helisis: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-07-01) Altıntaş, Hande; Çakmak, Hüseyin Özcan; Bilgili, SelçukÖZET Kondrodermatitis nodülaris helisis (Winkler Hastalığı), inflamatuar dejene ratif bir hastalıktır. Özellikle 50 yaş üzeri beyaz erkeklerde, heliks yerleşim li olarak görülür. Etiyolojisi kesin bilinmemekle birlikte oluşumunda mikro vasküler yetersizlik suçlanmaktadır. Neoplastik olmayan bu lezyon yüksek tekrarlama oranına sahiptir. Tedavide geçmişte çok çeşitli yöntemler kulla nılmıştır. Günümüzde tekrar oranını azaltan cerrahi tedavi önerilmektedir. Birçok klinisyen bu hastalığın klinik seyri, tedavisi hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Bu makalede ağrılı kulak lezyonu olan 39 yaşında erkek has ta sunulmuştur. Kondrodermatitis nodülaris helisis klinik bulguları, patoge nezi, tedavi seçenekleri ile tekrar gözden geçirilmiştirItem Konjenital Kolumella Yokluğunun Bilateral İnternal Nazal Cilt Flepleri ve Kıkırdak Grefti ile Rekonstrüksiyonu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-04-01) İğde, Murat; Canter, Halil İbrahim; Mavili , M. EminÖZET Giriş ve Amaç: Nasal kolümellanın konjenital aplazisi oldukça nadir görülen bir anomalidir. Deformite, kolümellanın burun ucundan filtrum tabanına kadar, alar kartilajları da içerecek şekilde izole yokluğu ile karakterizedir. Nazal kolümellanın konjenital aplazisinde septum, burun ve üst dudak gibi çevre yapılar normaldir. Olgu ve Yöntem: 26 yaşında bayan hasta, solunum güçlüğü ve burun ucu projeksiyon yetersizliği şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Hikâyede kolümellanın doğumda yokluğu öğrenildi. Özgeçmişinde hastanın halasında da aynı patolojinin varlığı saptandı. Fizik muayenede burun ucunun superior filtral sınıra adhezyonu ve nazal dorsal çizgide septumun kaudal sınırından burun ucuna kadar uzanan şiddetli depresyon izlendi. Rekonstrüksiyon bilateral internal nazal vestibüler deri flepleri ve alar konkal kartilaj greftleri kullanılarak yapıldı. Postoperatif flep kaybı ve yara iyileşme problemi görülmedi. 6 aylık takipte ameliyatta sağlanan burun ucu projeksiyonu postoperatif dönemde de yumuşak doku kontraksiyonu veya kartilaj rezorpsiyonu gelişmeksizin korunduğu gözlendi. Sonuç: Kolumellar defektlerin rekonstrüksiyonunda kullanılabilecek sayısız teknik olmasına rağmen her birinin kendi avantaj ve dezavantajları vardır. Bu nedenle kolümellar defektlerin cerrahi tedavisi hastaya özel olmalıdır. Kolümella rekonstrüksiyonunda internal nasal vestibüler flep kullanımı flep donör alanında görülebilen nebbe olmaması ve iyi doku uyumu nedeniyle avantajlıdır.Item Kulak Lobülünde Pilomatriksoma: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-07-01) Altıntaş, Hande; Dikicioğlu Çetin, EmelÖZET Pilomatriksoma (Malherbe’nin kalsifiye epitelyoması), selim kalsifiye epi telyal tümördür. Kıl folikülü matriksinden köken alır. Çocuklarda baş boyun bölgesinde, soliter subkutan kitle şeklinde klinik verir. Ayırıcı tanıda akılda tutulmadığı zaman sıklıkla yanlış tanı alır. Tedavisi cerrahidir. Bu makale de kulak lobülünde sert kitle ile kliniğimize başvuran pediatrik hasta sunul muş ve pilomatriksoma klinik ve patolojik özellikleri ile gözden geçirilmiştirItem Kütle Spektrometrisinin Mikrobiyolojide Kullanımı(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-10-01) Akyar, IşınÖZET Tüm dünyada kütle spektrometri yöntemleri ekonomik olarak daha uy gun ve günlük kullanılan ticari yöntemlerden daha hızlı olmaları nedeniyle daha fazla kullanılmaya başlanmıştır. Kütle spektrometrisinin gelecekte ru tin klinik mikrobiyoloji laboratuvarında çok önemli bir rolünün olması bek lenmektedir. Bugün biyomedikal kütle spektrometrisi ile ilişkili olan prote in belirteçleri ve proteomikler en önemli odak noktalarıdır. Burada bakteri tür saptamalarında tartışılan yöntemlerin, aynı şekilde virüsler, mantar ve parazitler için de kullanımı uygundur. Kütle spektrometrisinin mikrobiyolo jide kullanımı, şu anda yapabilecekleri ve gelecekte neler beklenebileceği nin anlaşılması önemlidirItem Migrende Kraniyal Otonomik Belirtiler: İki Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-07-01) Yalınay, Pınar Dikmen; Kaya, DilaverÖZET Kraniyal otonomik belirtiler (göz yaşarması, gözde kızarma, göz kapa ğı ödemi, myozis, burunda tıkanıklık, burun akıntısı, yüzde ve alında ter leme), trigeminal otonomik başağrılarının karakteristik özelliğidir, ancak birçok auralı, aurasız migren hastası da başağrısı atakları sırasında krani yal otonomik belirtiler gösterebilmektedir. Kraniyal otonomik belirtiler trigemino-otonomik refleksin aktivasyonu ile oluşmaktadır. Kraniyal oto nomik belirtilerin görüldüğü migren atakları diğerlerinden farklı olan özel liği sıklıkla daha şiddetli ve tek yanlı olmasıdır. Kraniyal otonomik belirtile rin eşlik ettiği 2 migren vakası sunulmuş ve migrende kraniyal otonomik be lirtiler tartışılmıştır.Item Nöro-Oftalmolojik Hastalıklarda Optik Koherens Tomografisi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-01) Mudun, AbdülbakiÖZET Optik Koherens Tomografisi (OKT) klinisyenlere optik sinir hastalıklarına yaklaşımda önemli bilgiler veren retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlığını kantitatif olarak ölçme olanağı tanır. OKT cihazları artan tarama hızları so nucu gelişerek retina katlarının görüntülemesinde olağanüstü bir ayrıntıya ve hassasiyete ulaşılmıştır. OKT günümüzde çeşitli nöro-oftalmik durum larda kullanılmaya başlanmıştır. Bunların arasında anterior iskemik optik nöropati (AİON), toksik ve inflamatuar diğer optik nöropatiler, multiple sklerozis, nöromyelitis optika, psödotumor serebri, migren, optic sinir başı druseni, Leber’in herediter optik nöropatisi (LHON), Alzheimer hastalığı ve Friedrich hastalığı yer almaktadır. Bu derlemenin amacı nöro-oftalmolojik hastalıklarda OKT kullanımı ile ilgili varolan yayınların gözden geçirilmesi ve klinik uygulamada kullanımını artırmaktır. OKT’nin optik sinir ve görme sistemi hastalıklarının değerlendirilmesinde yaygın kullanımı, nöro-oftal molojik hastalıklardaki yargılarımızı, yaklaşımımızı, araştırmalarımızı ve anlayışımızı kökten değiştirmektedir.Item Organ Korunması(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2011-01-01) Yalın, Aymelek; Keskinöz, Elif Nedret; Kızaran, AytülÖZET Transplantasyon için bekleyen hasta sayısı, elde edilen organların çok üstü ne çıkmıştır. Organları korumak için geliştirilen teknoloji de önemli derece de gelişmiştir. Organların çıkartılması, korunması ve nakledilmesi sırasında, iskemi ve hipotermiye bağlı hasar meydana gelir. Organ koruma teknikleri nin amacı, bu hasarı en aza indirmek, organ fonksiyonu ve graft yaşama sü resini en iyi duruma getirmektir. Hipotermik koruma için iki teknik kullanılır; basit soğuk saklama ve sürek li hipotermik perfüzyon. Basit soğuk saklamada, organ soğuk koruyucu sıvı ile yıkanır ve içinde aynı sıvının olduğu torbaya konulur. Bu torba, içinde kı rılmış buzların olduğu ikinci bir torbaya yerleştirilir. Sürekli hipotermik per füzyonda, organ içinde sürekli basınçla perfüzyonu sağlayan bir makine kul lanılır. Bu makalede organ korunmasının ilkeleri, patofizyolojisi ve teknikleri tar tışılarak, bugünkü transplantasyonda kullanılan çeşitli koruyucu sıvılar tar tışılmıştır.