Cilt 10
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11443/95
Browse
Item A Case of Splenic Artery Aneurysm Presenting With İntra-Abdominal Bleeding(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Akan, Gülhan Ertan; Erol, Cengiz; Ersavaş, Cenk; Ulus, SılaABSTRACT Visceral artery aneurysms are rare pathologies. Splenic Artery Aneurysms (SAA) are the most common visceral artery aneurysms accounting for 60% to71% of them, with an incidence of 0.7% in the normal population, even though rates as high as 10% have been found on necropsy studies. This aneurysm has a risk of rupture resulting in death. It can be overlooked (missed) on the imaging modalities when it is thrombosed. Here, we present a case of splenic artery aneurysm, which could be diagnosed with repetitive computed tomography (CT) examinations because it was partially thrombosed and overlooked in the 1st CT. The aneurysm was treated with blind embolization in correlation with CT.Item Amyand’s Hernia: A Case of an Unusual İncarcerated Recurrent İnguinal Hernia(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Özer, Ali; Can, Meltem GünerABSTRACT An Amyand’s hernia refers to the presence of a vermiform appendix within an inguinal hernia sac. The incidence of this rare condition varies in the literature, ranging from 0.19% to 1.7% of the reported inguinal hernia cases. The clinical presentation is similar to that of an incarcerated or strangulated hernia. In the case presented here, a noninflamed appendix and adherent caecum were detected during a surgery performed for an incarcerated recurrent inguinal hernia. After a prophylactic appendectomy was performed, a mesh was applied for the hernia repairItem Bel/Boy Oranı ve Diğer Antropometrik Ölçümlerin Kronik Hastalık Riski ile İlişkisinin Değerlendirilmesi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Yeşil, Esen; Özdemir, Merve; Çolak, Gözde Arıtıcı; Aksoydan, EmineÖZET Amaç: Kardiyovasküler hastalıklar ve Tip 2 DM gibi kronik hastalıkların riskine ilişkin biyokimyasal belirteçlerle, obezite tanısında kullanılan antropometrik ölçümler arasındaki ilişkinin belirlenmesini amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Başkent Ankara Hastanesi Ümitköy Diyet Polikliniğine 02 Ocak 2014- 31 Aralık 2014 tarihleri arasında başvuran ve yaşları 18-85 arasında değişen 180 kişinin (146 kadın, 34 erkek) biyokimyasal ve antropometrik verileri değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan bireylerin BKİ ortalaması 28.8±5.25 kg/m2, bel/boy ortalaması 0.53±0.10 olarak bulunmuştur. Kadınların %39.7’sinin, erkeklerin %50’sinin bel çevresi değerleri riskli gruptadır. B/K oranları riskli grupta olan kadınların sıklığı %85.3 iken erkeklerde bu sıklık %67.6’dır. BKİ, bel çevresi ve bel/boy oranı ve B/K oranı ile, AKG, HbA1c, LDL-K ve TG ile pozitif yönde, HDL-K ile negatif yönde ve istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). BKİ, bel çevresi, bel/boy oranı, B/K oranı ve vücut yağ yüzdesi ile insülin direnci tanısı arasında pozitif yönde ve istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). B/K oranı ile Tip 2 DM ve hipertansiyon tanısı arasında pozitif yönde ve istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Bu çalışmada kullanılan antropometrik ölçümler arasında üstünlük saptanmamıştır. Bel/boy ve diğer antropometrik ölçümler kardiyovasküler hastalıklar ve Tip 2 DM gibi kronik hastalıkların risk belirleyicisi olarak kabul edilmektedir.Item Bir Hemşirelik Bölümündeki Öğrencilerin Ruhsal Bozukluğu Olan Bireylere Karşı Tutumları ve İlişkili Faktörler(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Şahin,Gizem; Amancalı, Murat; Sayın, Safiye Ayşenur; Yakar, Atakan; Buzlu, SevimÖZET Amaç: Bu araştırma, Hemşirelik eğitimi alan öğrencilerin ruhsal bozukluğu olan bireylere karşı tutumlarının ve bu tutumlar ile ilişkili faktörlerin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı tipte planlandı. Çalışma Planı: Tanımlayıcı tipte yapılan bu araştırmanın evrenini bir vakıf üniversitesinde hemşirelik eğitimi alan 233 öğrenci, örneklem grubunu ise katılmayı kabul eden 214 öğrenci oluşturdu. Araştırmanın verileri; etik kurul ve kurum çalışma izinleri tamamlandıktan sonra, “Kişisel Bilgi Formu” ve “Ruhsal Hastalıklara Yönelik Toplum Tutumları Ölçeği/RSTTÖ” kullanılarak 19 Ocak-22 Şubat 2016 tarihleri arasında toplandı. Araştırmanın amacı katılımcılara açıklandı ve yazılı onamları alındı. Bulgular: İkinci sınıf hemşirelik öğrencilerinin “İyi Niyet” alt boyutu puan ortalamasının diğer sınıflara (p=0,001), daha önce öğretim programı bitiren öğrencilerin “Korku/Dışlama” alt boyutu puan ortalamasının bitirmeyenlere (p=0,03), daha önce Ruh Sağlığı ve Psikiyatri Hemşireliği dersi almayan öğrencilerin “İyi Niyet” alt boyutu puan ortalamasının alanlara (p=0,036) ve çevresinde ruhsal bozukluğu olan herhangi bir birey olmayan öğrencilerin “İyi Niyet” alt boyutu puan ortalamasının olanlara (p=0,005), ailede psikiyatrik tedavi alan ya da muayeneye başvuran birey bulunmayan ve daha önce herhangi bir şikâyet nedeniyle psikiyatrist ya da psikoloğa başvurmayan hemşirelik öğrencilerinin “İyi Niyet” (p=0.028, p<0.05; p=0.007, p<0.01) ve “Toplum Ruh Sağlığı İdeolojisi” (p=0.042, p<0.05; p=0.003, p<0.01) alt boyutları puan ortalamalarının, diğerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Bu araştırma sonucunda, teorik ve uygulamalı eğitimin öğrencilerin tutumlarını değiştirmede yeterince etkili olmadığı görülmüştür. Bu doğrultuda; hemşirelik eğitim müfredatında kırılgan gruplar ve yaşadıkları damgalama, ayrımcılık, sosyal dışlanma gibi psikososyal sorunlara yönelik uygulamalar planlanması önerilmektedir.Item Hemodiyaliz Fistül ve Greftlerinin Disfonksiyonlarına Girişimsel Radyoloji Yaklaşımı(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10) Yıldız, Işıl; Çalışkan, Kosti CanÖZET Fistül disfonksiyonunun en sık nedeni stenozlardır. Stenozlar, akut tromboza neden olarak fistülün durmasına neden olabilir. Diyaliz hastalarının mortalite ve morbiditesi hemodiyaliz kalitesi ile direk ilişkilidir bu nedenle AV fistüllerdeki stenozların tedavisi oldukça önemlidir. Günümüzde; stenoz ve trombozlar ; stent yerleştirilmesi veya balon dilatasyon ve bir çok pıhtı çözücü teknikleri içeren girişimsel radyoloji teknikleri ile tedavi edilebilir . Perkutan transluminal anjioplasti ile dilatasyon farklı boyutlardaki damarlar için 3-16mm çapta ve 2-16cm uzun lukta, şişirilebilen balonlar içeren kataterlerle uygulanır. Tromboze fistüllerin rekanalizasyonu için farmakolojik veya mekanik yöntemler veya her iki yöntem birlikte kul lanılabilir. Farmakolojik yöntemlerde trombolitiklerin lokal infüzyonu kullanılır. Greftlerde konvansiyonel cerrahinin endovasküler yaklaşımdan biraz daha etkili ve kalıcı olduğu gösterilmiştir. Immatur fistüllerde ise minimal invaziv olduğu ve venöz rezerv korunduğu için genellikle endovasküler girişim tercih edilmektedir. Cerrahi ve girişimsel radyoloji işbirliği ve doğru zamanda, doğru şekilde müdahale edilmesi AV yolla hemodiyalize giren hastaların yaşam sürelerinin uzatılmasında son derece önemlidir.Item Joubert Sendromlu Hastanın Skolyoz Cerrahisinde Anestezi Yönetimi: Olgu Sunumu(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Hayırlıoğlu, Mehmet Bilhan; Vural, Banu Gökay; İyigün, Müzeyyen; Güler, TayfunÖZET Joubert Sendromu, hipotoni, anormal solunum paterni ve göz hareketleri, ataksi, psikomotor gelişme geriliği gibi nörolojik bulgularla karakterize, otozomal resesif geçişli nadir görülen nörolojik bir hastalıktır. Kranial magnetik rezonans görüntülemede serebellar vermis hipoplazisinin neden olduğu molar diş görüntüsü nöroradyolojik tanı kriteridir. Hastalarda erken gelişme dönemindeki hipotoni nedeni ile skolyoz sıklıkla görülür. Bu yazıda Joubert sendromlu bir hastada skolyoz düzeltme operasyonu sırasında anestezi yönetimimiz sunulmaktadır.Item Konjenital Skolyoz Tanı ve Tedavisi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Yılgör, Çağlar; Eroğlu, İrem Nur; Söğünmez, Nuray; Abul, Kadir; Alanay, AhmetÖZET Omurganın en sık görülen konjenital deformitesi konjenital skolyozdur. Deformiteyi oluşturan sebep, oluşum veya ayrışma kusuru veya bu iki bozukluğun birlikte olduğu karma tiptir. Kliniğe yansıması, stabil hemivertebradan, pulmoner, kardiyak, genitoüriner ve nörolojik komplikasyonlara yol açabilen karmaşık ve ilerleyici deformitelere kadar geniş bir aralıktadır. Tabloya sıklıkla diğer organ sistemlerindeki anomaliler eşlik eder. Tanıda; prenatal ultrason, fizik muayene ve röntgen kullanılır. Manyetik rezonans eşlik eden intradural patolojilerin ortaya ko nulmasında yardımcıdır. Bilgisayarlı tomografi cerrahi planlamada yardımcı olabilir. Tedavi planı eğriliğin yeri ve derecesi, hastanın yaşı, deformitenin tipine ve öngörülen ilerleme beklentisine göre her hastaya özel olarak yapı lır. Tedavi temel olarak kontrollü gözlem, konservatif ve cerrahi tedavilerden oluşur. Tek hemivertebra varlığında genellikle erken yaşta hemivertebrektomi ve limitli füzyon önerilir. Daha karmaşık deformitelerde hemiepifizyo dez, distraksiyon temelli füzyonsuz cerrahi yöntemler veya bunların kombinasyonları kullanılabilir. Günümüzde teknolojik ilerlemeler sayesinde spinal deformite ve intradural patolojilerin cerrahisi eş zamanlı olarak güvenli şekilde yapılabilmektedir. İhmal edilmiş ileri deformitelerde düzeltici osteotomiler gerekebilir. Düzeltici osteoto miler barındırdıkları nörolojik yaralanma riski ve uygulamadaki teknik zorluklar nedeniyle donanımlı merkezler de deneyimli cerrahlar tarafından gerçekleştirilmelidir.Item Limited Vitrectomy in Patients With Idiopathic Epiretinal Membrane(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Özkan, Berna; Karabaş, Levent; Tuğan, Büşra; Altıntaş, ÖzgülABSTRACT Purpose: To evaluate the safety and effectivity of limited vitrectomy in patients with epiretinal membrane. Methods: We included 58 consecutive patients who underwent epiretinal membrane surgery without performing a complete peripheral vitreous removal. The improvement in visual acuity, the incidence of retinal breaks and detachment; anatomical results and intraoperative and postoperative complications of this technique were evaluated. Results: The median visual acuity was 0.4(0.3-0.5) before the surgery, and it was 0.6 (0.3-0.8) after the surgery (p=0.016). Prophylactic laser photocoagulation was performed in 14(24,13%) patients during surgery. Retinal breaks and detachments did not occur in any of our patients. We did not observe proliferative vitreoretinopathy or surgery- related major complications in any patient. Conclusion: Limited vitrectomy without removing peripheral vitreous is safe and effective in idiopathic epiretinal membrane surgery. It reduces the risk of peripheral retinal breaks and retinal detachment.Item Nüks Rektum Kanserinde İntraoperatif Radyoterapi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Bilgin, İsmail Ahmet; Aytaç, Erman; Erenler Bayraktar, İlknur; Şahin, Bilgehan; Atalar, Banu; Beşe, Nuran; Özyar, Enis; Baca, Bilgi; Hamzaoğlu, İsmail; Karahasanoğlu, TayfunÖZET Giriş: Lokal ileri ve nüks rektum kanserinde multimodal tedavi seçeneklerden biri olan intraoperatif radyoterapi (İORT), lokal kontrolü sağlamak için tercih edilebilir. Bu çalışmada nüks rektum kanseri nedeniyle radikal cerrahi ve intraoperatif radyoterapi uyguladığımız hastalar üzerindeki deneyimimizi sunmayı amaçladık. Metod: Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Maslak Hastanesi’nde Kasım 2012 ve Aralık 2016 tarihleri ara sında nüks rektum kanseri nedeniyle radikal cerrahi ve İORT uygulanan hastaların klinik özellikleri ve ameliyat sonrası takipleri değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamıza nüks rektum kanseri olan 8 hasta (4 kadın) dahil edildi. Tüm hastalarda nüks adenokarsinom mevcuttu. Hastaların ortanca yaş değeri 54.5 (33-67) ve vücut kitle indeksi 24.3 (19.6-32.5) kg/m2 idi. Rektum kanseri için yapılan ilk ameliyatların tümü sfinkter koruyucu rezeksiyondu. Nüks tümör nedeniyle 4 hastaya aşağı anterior rezeksiyon, 2 hastaya abdo minoperineal rezeksiyon, 2 hastaya da pelvisten kitle çıkarılması işlemi uygulandı. 5 hastaya R0, 2 hastaya R1 ve 1 hastaya R2 rezeksiyon yapıldı. Ameliyat sonrası erken dönem takiplerinde 2 hastada cerrahi yara enfeksiyonu gelişti. Ortanca hastanede kalış süresi 8 (4-10) gündü. Ortanca 35.5 (7-52) aylık takip süresince 4 hasta hastalıksız takip edilmektedir. İki hastada pelvik nüks gelişti. İki hasta eksitus oldu. Sonuç: Nüks rektum kanserinde intraoperatif radyoterapi, toksisite riskini azaltarak yüksek doz radyoterapi uygulayabilmemize olanak sağlayan ve bu yolla cerrahinin lokal kontrol üzerindeki etkinliğini artıran bir yöntemdir.Item Pediatrik Adenotonsillektomi Operasyonlarında Desfluran ile Sevofluran Etkilerinin Karşılaştırılması(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-04-04) Koçyiğit, Muharrem; Koçyiğit, Özgen Ilgaz; Güner Can, Meltem; Kutlay, OyaÖZET Amaç: Adenoidektomi ve adenotonsillektomi operasyonları çocukluk çağında sıklıkla yapılan günübirlik cerrahi işlemlerdendir. Kan,doku ve yağda düşük çözünürlüğe sahip inhalasyon anestezikleri, hızlı indüksiyon ve derlenme sağlaması ile günübirlik cer rahi için iyi bir seçenektir.Bu çalışmamızda desfluran ve sevofluran inhalasyon anestezik ilaçlarının çocuk olgularda hemodinamik etkileri ve derlenme kalitelerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntemler: Adenoidektomi ve adenotonsillektomi operasyonu uygulanacak ASA I grubuna dahil, 3-10 yaşlarında, 52 olgu çalışmaya alındı. Tüm olgular rastgele iki gruba ayrıldı: Grup D ve Grup S. Standard anestezi indüksiyonu uygulandıktan sonra anestezi idamesi için %40 Oksijen (O2) - %60 Azot protoksit (N2O) ile birlikte Grup D’de %4 desfluran uygulanırken Grup S’de %2 sevofluran uygulandı. İndüksiyon zamanı, entübasyon zamanı, operasyonun 1., 5., 15. ve 30. dakikalarında, cerrahi bitiş ve ekstü basyon zamanında kalp atım hızı (KAH), ortalma arteryel basınç (OAB) ve periferik oksijen satürasyon (SpO2) değerleri kaydedildi. Olguların cerrahi, anestezi ve ekstübasyon süreleri kaydedildi. Olgular Derlenme Ünitesinde 20 dakika gözlendi. Modifiye Aldrete skalası ve Ağrı-konfor skalası ile anesteziden derlenmenin kalitesi değerlendirildi. Bulgular: Her iki grupta demografik özellikler ve hemodinamik etkiler benzer bulundu. Ekstübasyon zamanı Grup D’de daha kısa bulundu (p<0,05). Ayılma ünitesinde Modifiye Aldrete skala değerleri Grup D’de daha yüksek (p<0,05), Grup S’de ajitasyon insi dansı daha yüksek olduğu tespit edildi (p<0,05). Sonuç: Pediatrik günübirlik olgularda, desfluran daha hızlı derlenme süresi ve daha az ajitasyon insidansı sağlanması nedeniyle, sevoflurana göre daha iyi bir seçenek olabilir.Item Periviable Preterm Premature Rupture of Membranes: A Retrospective Study on Determinants of Neonatal Mortality(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Danışman, Ahmet Nuri; Kaymak, Oktay; İskender, CantekinABSTRACT Purpose: The present study aimed to determine the risk factors for fetal and neonatal mortality in the context of Periviable Preterm Premature Rupture of Membranes (PPROM). Patients and Methods: This was a retrospective cohort study conducted at perinatology department of Zekai Tahir Burak Research and Training Hospital. The study population consisted of patients with PPROM before completing the 23rd gestational week were opted for expectant management. Maternal and Neonatal characteristics were recorded. Multivariate Logistic Regression with backward elimination is performed to investigate the effect of certain parameters on neonatal mortality. Results: In multivariate logistic regression model, gestational age <21 weeks at onset of PPROM (Odds Ratio (95% confidence interval): 8.58 (2.41–30.5), p<0.01) and nulliparity (Odds Ratio (95% confidence interval): 4.47 (1.25–15.9), p: 0.02) were independently associated with stillbirth or delivery before 23rd weeks. According to Cox regression model, the significant determinants of survival were: completed gestational weeks at delivery, sepsis in the first neonatal week and presence of pulmonary hypoplasia. Conclusion: The present data suggest that favorable outcomes can be anticipated in periviable PPROM that has occurred after 22th gestational weeks. Completed gestational weeks at delivery and nulliparity are other important determinants of mortality.Item Port Kateter Uygulamaları: Kanserli Hastaların Deneyimlerine İlişkin Niteliksel Bir Çalışm(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Uslu, Yasemin; Olgun, Nermin; Karanlık, Hasan; User, İnciÖZET Amaç: Bu çalışmanın amacı kanserli hastaların taşıdıkları port kateterlere ilişkin algı ve deneyimlerini ortaya çıkar maktır. Gereç-yöntem: Çalışma, İstanbul’da bir onkoloji kliniğine tedavi için başvuran, 16 kanser hastasıyla derinlemesine gö rüşmeler yoluyla yapılmıştır. Çalışma grubuna en az 6 aydır port kateteri olan meme ve kolon kanserli hastalar alınmıştır. Çalışma temaları hastaların port deneyimlerini çok boyutlu olarak kavramayı hedefleyen: (1) Portun Öyküsü, (2) Sosyal Yaşam ve Fiziksel Uyum (3) Beden İmajı ve Cinsel Yaşam (4) Tedavi Süreci ve Öneriler dinamiklerini içeren yarı yapılandı rılmış açık uçlu sorulardan oluşturulmuştur. Görüşmeler ses kayıt cihazıyla kayıt altına alınarak çözümlemesinde içerik analizi kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmada elde edilen önemli bulgular, port kateterin hastaların cinsel yaşamı ve beden imajını etkileyebile ceği, tedirginlik ve korku nedeniyle sosyal izolasyon yaşayabilecekleri gibi dezavantajları bulunurken, tedavide kolaylık ve hastayı tedavi sürecinde özgürleştirerek rahatlık sağladığı için avantajlı olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Port kateteri olan kanserli hastaların gereksinim duyduğu bakımın sürdürülmesinde var olan temel ilkelerin yanı sıra hasta deneyimlerinin ve port kateterin psikososyal boyutunun da bilinmesi, bakım kalitesinin arttırılması açısından önemlidir.Item Radiotherapy Induced Changes of Masticatory Muscles and Parotid Glands on MRI in Patients with Nasopharyngeal Carcinoma(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-04-04) Arpacı, Taner; Uğurluer, Gamze; Örekici, Gülhan; Akbaş, Tuğana; Serin, MeltemABSTRACT Objective: The aim of this study was to identify radiotherapy (RT) induced changes of masticatory muscles and parotid glands on magnetic resonance imaging (MRI) in patients with nasopharyngeal carcinoma (NPC). Patients and Methods: Thirty-one patients treated with RT for NPC between 2009-2016 in our instution were included in the study. MRI examinations performed before and after RT were reviewed retrospectively. Transverse diameters and signal intensities of masticatory muscles and parotid glands were evaluated on T2 weighted axial MR images. Normal (hypointense) signal was scored as 0, mild hyperintensity as 1 and severe hyperintensity as 2. Results:The mean interval between pre-RT MRI and last control MRI was 44 months (12-84 months). Reductions of transverse diameters were; right masseter (RM):2.32mm (15%), left masseter (LM):2.42mm (15.4%), right medial pterygoid (RMP):1.26mm (8.7%), left medial pterygoid (LMP):1.71mm (12%), right lateral pterygoid (RLP):1.35mm (9.6%), left lateral pterygoid (LLP):1.32mm (9.4%), right parotid gland (RP):8.22mm (26%), left parotid gland (LP):8.87mm (28%). T2 signal changes were; RM: mild 8 cases (26%), LM: mild 5 cases (16%), RMP: mild 5 cases (16%), severe 1 case (3.5%), LMP: mild 4 cases (13%), severe 2 cases (6.5%), RLP and LLP: mild 8 cases (26%), severe 3 cases (9.7%), RP: mild 10 cases (32%), severe 18 cases (58%), LP: mild 10 cases (32%), severe 17 cases (55%). Conclusion: Volume loss and hyperintensity were mostly seen in parotid glands. Masseter was the muscle with highest rate of volume loss and lateral pyterygoid showed the highest rate of hyperintensity in masticatory muscles.Item Sağlık Bilimlerine Psikolojinin Büyük Katkı Yapacağı Bir Alan: Sağlık Psikolojisi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-04-04) Aktaş, Ayşenur; Korkut, YeşimÖZET Sağlık Psikolojisi, ilk kez 1978 yılında Matarazzo tarafından tanımlanmış olup sağlığın geliştirilmesi ve sürdü rülmesini, hastalıkların ve ilgili işlev kayıplarının azaltılmasını ve psikoterapisini amaçlayan psikolojinin oldukça genç bir alanıdır. Kronik hastalıklara yaşam süresince artık daha sık rastlanması, zaman içinde hastalıklar üzerin deki biyolojik ve fizyolojik etkenlerin yanı sıra psikolojik faktörlerin de etkili olduğunun görülmesi, artan araştır malar ve sağlık hizmetleri içinde psikologların daha fazla yer almaya başlaması sağlık psikolojisinin doğmasını sağlayan önemli etkenler olmuştur. Sağlık psikologları önleyici çalışmaların (kadın sağlığı, yeme bozuklukları, si garayı bırakma birimleri) yanı sıra hastanelerde farklı birimlerde (onkoloji, ağrı yönetimi, diyaliz), rehabilitasyon ve ağrı merkezlerinde çalışabilmektedirler. Davranışsal değerlendirmeler, klinik görüşmeler ve psikoterapötik müdahaleler yapabilmektedirler. Bununla birlikte sağlığın geliştirilmesi ve sürdürülmesi amacıyla kamu politi kası çalışmalarına da katkıda bulunabilmektedirler. Üniversitelerin Psikoloji bölümlerinde, Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültelerinde araştırmacı, eğitimci olarak yer alabilmektedirler. Sağlık psikolojisi eğitiminde özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde belli bir standardizasyon oluşturulmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de çok yaygın olmamakla birlikte sağlık psikolojisi alanına yönelik yüksek lisans ve doktora eğitimleri denenmektedir. Giderek artan araş tırmalar ve sağlık psikologlarının farklı düzeylerde sağlığa katkısı sayesinde alana duyulan ilgi de artmaktadır.Item Son Dönem Böbrek Yetmezliği Uyum Ölçeği Türkçe Uyarlamasının Psikometrik Özellikleri(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Ok, Elif; Kutlu, Fatma YaseminÖZET Amaç: Bu araştırma Son Dönem Böbrek Yetmezliği Uyum Ölçeğinin (SDBY-UÖ) Türkçe dil eşdeğerliliğini sağlamak ve psi kometrik özelliklerini belirlemek amacı ile metodolojik yöntemle tanımlayıcı araştırma tipinde gerçekleştirildi. Yöntem: Ölçeğin Türkçe çevirisi ve geri çevirisi yapıldıktan sonra uzman görüşüne sunularak kapsam geçerliği sağlan dı. Araştırmanın örneklemini İstanbul’da özel bir hemodiyaliz (HD) merkezinde HD tedavisi alan 83 hasta oluşturdu, test- tekrar test korelasyon analizi 30 hasta ile gerçekleştirildi. Ölçeğin geçerliği; kapsam, yapı ve ölçütsel geçerlik ile, güvenilirliği ise test- tekrar test ve madde toplam puan korelasyon analizleri kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: SDBY-UÖ’nün kapsam geçerlik indeksi (CVI) 0,94 olarak belirlendi. Yapı ve ölçütsel geçerlik için hastala rın tıbbı kayıtlarından elde edilen veriler ile değerlendirme yapıldı. Ölçeğin test tekrar test korelasyon analizi 0,83 (p<0,001), madde toplam ölçek korelasyon analizi katsayılarının ise 0,48 ile 0,80 arasında değiştiği ve tüm maddeler ile toplam ölçek arasında pozitif yönde ilişki (P<0,05) olduğu saptandı. Sonuç: Araştırmanın sonuçları, SDBY-UÖ Türkçe Formunun, geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğunu göstermiştir.Item Spontaneous Pneumomediastinum Presenting with Neck Swelling(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Aydın, Attila; Kaya, Murtaza; Bilge, Sedat; Çevik, Erdem; Balcı, Veysel; Aydın, CemileABSTRACT Spontaneous Pneumomediastinum (SPM) is a very rare condition with an incidence of 1/30.000 and 1/44.500, and mostly seen in young men. The present article reports a case of SPM with neck swelling in the Emergency Department (ED). A 24-year-old male patient with fever and swelling on both sides of his neck presented at the ED. Physical examination revealed swelling on both parotid glands, neck and facial area. The pulmonary examination revealed a swelling starting from the upper side of the chest and extending toward the neck region and palpation revealed crepitation from the upper wall of the chest to both temporal fossae. Linear air radiolucency was seen in the posteroanterior chest x-ray. A Cervico-Thoracic CT scan revealed “showed” diffuse bilateral and symmetrical emphysema. SPM was diagnosed. He was admitted to the Thoracic Surgery Department for treatment and follow up. Emergency physicians should consider SPM in the differential diagnosis of patients presenting with neck swelling. It should not be forgotten that close patient follow-up is required due to the possibility of severe complications.Item Standardize Hasta Kullanılarak Yapılan Bir Ruh Sağlığı ve Psikiyatri Hemşireliği Klinik Simülasyon Deneyimi(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Şahin, Gizem; Sağır Koptaş, Oya; Buzlu, SevimÖZET Amaç: Bu çalışmanın amacı; standardize hasta yöntemi kullanılarak gerçekleştirilen klinik simülasyonun, hemşirelik öğrencileri nin ruhsal bozukluğu olan bireyin ruhsal durumunu değerlendirmelerine yönelik etkinliğini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Klinik simülasyon öncesi, öğrencilerin klinik uygulama esnasında karşılaşma olanağının en yüksek olduğu ruh sal bozukluklardan olan; şizofreni, majör depresyon ve bipolar bozukluk (manik evre) olmak üzere üç olgunun yer aldığı 10’ar dakikalık senaryo içerikleri hazırlandı. Standardize hasta olarak belirlenen üç profesyonel oyuncuyla yapılan provaların içeriğini; simülasyonun öğrenim hedeflerinin ve içeriğinin aktarılması, olgular için hazırlanan senaryo metinlerinin birlikte okunarak dü zenlemelerin yapılması, oyuncunun senaryodaki rolünü canlandırması ve değerlendirme oluşturdu. Klinik simülasyon, üçüncü sınıfta eğitim alan 50 Hemşirelik öğrencisi ile gerçekleştirildi. Kayıt altına alınarak gerçekleştirilen simülasyon için katılımcılardan yazılı onam alındı. Klinik simülasyon esnasında standardize hasta ile yapılan görüşmelerde katılımcılar, kolaylaştırıcılar (eğitici ler) tarafından hazırlanan “Ruhsal Durum Değerlendirme Formu” nu kullanarak ruhsal bozukluğu olan bireyin ruhsal durumunu değerlendirdi. ‘Katılımcı Değerlendirme Formu” ise kolaylaştırıcılar tarafından simülasyon esnasında öğrencilerin becerilerini değerlendirmek amacıyla kullanıldı. Çözümleme aşamasının sonunda katılımcılara kolaylaştırıcılar tarafından hazırlanan “Klinik Simülasyon Memnuniyet Anketi” uygulandı. Bulgular: Klinik simülasyon uygulamaları sonrası her istasyonun kolaylaştırıcısı tarafından PEARLS (Promoting Excellence and Reflective Learning in Simulation) çerçevesi kullanılarak yapılan çözümlemede; öğrencilerin bildirimleri sonucunda, standardize hasta rolünde profesyonel oyuncunun yer almasının yüksek gerçeklik sağlamada ve ruh sağlığı ve psikiyatri hemşireliği klinik simülasyonunun öğrenim hedeflerine ulaşmada etkili olduğu belirlendi. Sonuç: Klinik simülasyon deneyiminin öğrencilerin klinik uygulama öncesi anksiyetelerini azaltmada ve özgüvenlerini geliştirme de kullanılabilir bir yöntem olduğunun saptanması doğrultusunda, ruh sağlığı ve psikiyatri hemşireliği eğitiminde klinik simülas yonun müfredata entegre edilerek basit ve karmaşık senaryoların yer aldığı klinik simülasyonların planlanması önerilmektedirItem The Correlation Between Serum Adiponectin Levels and Proinflammatory Cytokines’ Levels, APACHE-II Scores and Mortality in Patients with Intra-Abdominal Sepsis(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Dikmen, Kürşat; Yılmaz, Tonguç Utku; Kerem, Mustafa; Bostancı, Hasan; Dikmen Uğraş, Asiye; Paşaoğlu, Özge; Taşçılar, Öge; Karakan, TarkanABSTRACT Objectives: Adiponectin is an anti-inflammatory cytokine that is abundantly produced by adipocytes and have a wide range of effects in sepsis pathophysiology. This study was conducted to investigate whether there is a correlation between serum adiponectin, proinflammatory cytokines’ levels, APACHE-II scores and mortality rates of the patients with sepsis, severe sepsis and septic shock. Patients and Methods: Forty-five patients who met the criteria for sepsis (n=18), severe sepsis (n=14) and septic shock (n=13) were included in this prospective study. Patients who underwent elective abdominal surgery without sepsis were identified as the control group. After the diagnosis of sepsis, blood samples were taken on the following 5 days for adiponectin, IL-6, IL-1β, TNF-α and procalcitonin levels. APACHE-II scores of the patients were calculated daily. All patients were followed for 28 days and mortalities were observed. Results: Ten of the patients died within 28 days. The serum adiponectin levels of the patients in the study group were statistically higher than those in the control group. Statistically, the adiponectin levels of the patients in the septic shock group were markedly lower than those of the patients in sepsis and severe sepsis groups. Serum adiponectin levels inversely correlated with blood levels of IL-6, IL-1β, TNF-α, procalcitonin, lactate and APACHE-II scores. Serum adiponectin levels were significantly higher in survivors. Conclusion: Adiponectin levels reveal differences between sepsis, severe sepsis and septic shock groups. In patients with septic shock, serum adiponectin levels were associated with mortality among patients. Serum adiponectin levels might be a negative predictive marker in patients with sepsis, severe sepsis and septic shock.Item Tiroid Patolojisinde Proteomik Yaklaşımlar(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Uçal, Yasemin; Özpınar, AyselÖZET Tiroid bezinde görülen kanserler en sık görülen endokrin maligniteleri oluşturmaktadır ve bu kanserlerin insidansı son yıllarda önemli ölçüde artmıştır. Günümüzde çok sık rastlanan tiroid nodüllerinin histopatolojik tanısının konulmasını sağlayan en güvenilir ve ucuz yöntem İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi’dir (İİAB). Ancak, ayırıcı tanıda ayrım kriterlerinin yeterli olmayışı bazı nodüllerin histopatolojik tanılarının başarıyla konulamamasına neden olmaktadır. Bu amaçla son 40 yıldan beri birçok moleküler teknik geliştirilmiş ve farklı moleküler hedeflerin tiroid kanserinin ayırıcı tanısında kullanılması amaçlanmıştır. Ayırıcı tanıya katkısı olabileceği düşünülen genetik mutasyonlar ya da hücre yüzey belirteçleri prevelans farklılıkları nedeniyle klinikte yaygın olarak kullanılmamaktadır. Son yıllarda hızla gelişmekte olan proteomik tekniklerin; nodüllerde belirli zamanda belirli yerde bulunan proteinlerin yapısını, yerleşimini, miktarını, translasyon sonrası modifikasyonunu ve protein-protein etkileşimini aydınlatmasından dolayı, tiroid patolojisinde ayırıcı tanıya katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu derlemede, gelişen proteomik teknolojilerin klinik açıdan tiroid dokularına uygulanmasına odaklanılacak ve ayırıcı tanıya katkı sağlayabilecek potansiyel biyobelirteçlerin olası klinik kullanımları vurgulanacaktır.Item Transvaginal Specimen Extraction in Minimally Invasive Colorectal Resections: Initial Experience of a Tertiary Referral Hospital(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Bayraktar, Onur; Esen, Eren; Bengür, Fuat Barış; Erenler Bayraktar, İlknur; Aytaç, Erman; Bilgin, İsmail Ahmet; Baca, Bilgi; Güngör, Mete; Karahasanoğlu, Tayfun; Hamzaoğlu, İsmailABSTRACT Purpose: The aim of the present (this) study is to present the initial experience of a single team on specimen extraction from the vagina after laparoscopic or robotic colorectal resections. Patients and methods: Between January 2010 and April 2015, ten female patients whose resection specimens had been extracted transvaginally after robotic or laparosopic colorectal resections were evaluated in terms of short and mid term postoperative outcomes. Results: 10 cases were included. The operations were robotic rectal resections for cancer (n=6), laparoscopic total colectomy for transverse colon tumor (n=1), single port laparoscopic transumbilical right colectomy for Crohn’s disease (n=1), laparoscopic rectal resection for endometriosis (n=2). In one patient, a vaginal bleeding occurred on postoperative day 7 and a vaginal tampon was inserted and the bleeding was stopped. One patient had a urinary tract infection, it was treated with proper antibiotic therapy. The median postoperative hospital stay was 5 (4-9) days. No mortality occurred. Conclusion: Transvaginal specimen extraction is feasible after colorectal resection and could prevent additional skin incision and its potential complications.