Sayı 2

Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11443/97

Browse

Search Results

Now showing 1 - 7 of 7
  • Thumbnail Image
    Item
    The Correlation Between Serum Adiponectin Levels and Proinflammatory Cytokines’ Levels, APACHE-II Scores and Mortality in Patients with Intra-Abdominal Sepsis
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Dikmen, Kürşat; Yılmaz, Tonguç Utku; Kerem, Mustafa; Bostancı, Hasan; Dikmen Uğraş, Asiye; Paşaoğlu, Özge; Taşçılar, Öge; Karakan, Tarkan
    ABSTRACT Objectives: Adiponectin is an anti-inflammatory cytokine that is abundantly produced by adipocytes and have a wide range of effects in sepsis pathophysiology. This study was conducted to investigate whether there is a correlation between serum adiponectin, proinflammatory cytokines’ levels, APACHE-II scores and mortality rates of the patients with sepsis, severe sepsis and septic shock. Patients and Methods: Forty-five patients who met the criteria for sepsis (n=18), severe sepsis (n=14) and septic shock (n=13) were included in this prospective study. Patients who underwent elective abdominal surgery without sepsis were identified as the control group. After the diagnosis of sepsis, blood samples were taken on the following 5 days for adiponectin, IL-6, IL-1β, TNF-α and procalcitonin levels. APACHE-II scores of the patients were calculated daily. All patients were followed for 28 days and mortalities were observed. Results: Ten of the patients died within 28 days. The serum adiponectin levels of the patients in the study group were statistically higher than those in the control group. Statistically, the adiponectin levels of the patients in the septic shock group were markedly lower than those of the patients in sepsis and severe sepsis groups. Serum adiponectin levels inversely correlated with blood levels of IL-6, IL-1β, TNF-α, procalcitonin, lactate and APACHE-II scores. Serum adiponectin levels were significantly higher in survivors. Conclusion: Adiponectin levels reveal differences between sepsis, severe sepsis and septic shock groups. In patients with septic shock, serum adiponectin levels were associated with mortality among patients. Serum adiponectin levels might be a negative predictive marker in patients with sepsis, severe sepsis and septic shock.
  • Thumbnail Image
    Item
    Konjenital Skolyoz Tanı ve Tedavisi
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Yılgör, Çağlar; Eroğlu, İrem Nur; Söğünmez, Nuray; Abul, Kadir; Alanay, Ahmet
    ÖZET Omurganın en sık görülen konjenital deformitesi konjenital skolyozdur. Deformiteyi oluşturan sebep, oluşum veya ayrışma kusuru veya bu iki bozukluğun birlikte olduğu karma tiptir. Kliniğe yansıması, stabil hemivertebradan, pulmoner, kardiyak, genitoüriner ve nörolojik komplikasyonlara yol açabilen karmaşık ve ilerleyici deformitelere kadar geniş bir aralıktadır. Tabloya sıklıkla diğer organ sistemlerindeki anomaliler eşlik eder. Tanıda; prenatal ultrason, fizik muayene ve röntgen kullanılır. Manyetik rezonans eşlik eden intradural patolojilerin ortaya ko nulmasında yardımcıdır. Bilgisayarlı tomografi cerrahi planlamada yardımcı olabilir. Tedavi planı eğriliğin yeri ve derecesi, hastanın yaşı, deformitenin tipine ve öngörülen ilerleme beklentisine göre her hastaya özel olarak yapı lır. Tedavi temel olarak kontrollü gözlem, konservatif ve cerrahi tedavilerden oluşur. Tek hemivertebra varlığında genellikle erken yaşta hemivertebrektomi ve limitli füzyon önerilir. Daha karmaşık deformitelerde hemiepifizyo dez, distraksiyon temelli füzyonsuz cerrahi yöntemler veya bunların kombinasyonları kullanılabilir. Günümüzde teknolojik ilerlemeler sayesinde spinal deformite ve intradural patolojilerin cerrahisi eş zamanlı olarak güvenli şekilde yapılabilmektedir. İhmal edilmiş ileri deformitelerde düzeltici osteotomiler gerekebilir. Düzeltici osteoto miler barındırdıkları nörolojik yaralanma riski ve uygulamadaki teknik zorluklar nedeniyle donanımlı merkezler de deneyimli cerrahlar tarafından gerçekleştirilmelidir.
  • Thumbnail Image
    Item
    Bel/Boy Oranı ve Diğer Antropometrik Ölçümlerin Kronik Hastalık Riski ile İlişkisinin Değerlendirilmesi
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Yeşil, Esen; Özdemir, Merve; Çolak, Gözde Arıtıcı; Aksoydan, Emine
    ÖZET Amaç: Kardiyovasküler hastalıklar ve Tip 2 DM gibi kronik hastalıkların riskine ilişkin biyokimyasal belirteçlerle, obezite tanısında kullanılan antropometrik ölçümler arasındaki ilişkinin belirlenmesini amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Başkent Ankara Hastanesi Ümitköy Diyet Polikliniğine 02 Ocak 2014- 31 Aralık 2014 tarihleri arasında başvuran ve yaşları 18-85 arasında değişen 180 kişinin (146 kadın, 34 erkek) biyokimyasal ve antropometrik verileri değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan bireylerin BKİ ortalaması 28.8±5.25 kg/m2, bel/boy ortalaması 0.53±0.10 olarak bulunmuştur. Kadınların %39.7’sinin, erkeklerin %50’sinin bel çevresi değerleri riskli gruptadır. B/K oranları riskli grupta olan kadınların sıklığı %85.3 iken erkeklerde bu sıklık %67.6’dır. BKİ, bel çevresi ve bel/boy oranı ve B/K oranı ile, AKG, HbA1c, LDL-K ve TG ile pozitif yönde, HDL-K ile negatif yönde ve istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). BKİ, bel çevresi, bel/boy oranı, B/K oranı ve vücut yağ yüzdesi ile insülin direnci tanısı arasında pozitif yönde ve istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). B/K oranı ile Tip 2 DM ve hipertansiyon tanısı arasında pozitif yönde ve istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Bu çalışmada kullanılan antropometrik ölçümler arasında üstünlük saptanmamıştır. Bel/boy ve diğer antropometrik ölçümler kardiyovasküler hastalıklar ve Tip 2 DM gibi kronik hastalıkların risk belirleyicisi olarak kabul edilmektedir.
  • Thumbnail Image
    Item
    Upper Gastrointestinal Disorders Among Dialysis Patients
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Kızıltaş, Şafak; Şahin, Sevgi
    ABSTRACT The prevalence of co-morbid gastrointestinal symptoms is high in dialysis patients, and dyspeptic symptoms, such as nausea, vomiting, and epigastric burning are the most common symptoms. Upper gastrointestinal disorders (e.g., peptic ulcer disease and gastroparesis) underlie most of these symptoms, while less common but severe complications are also likely that include gastrointestinal bleeding from gastric antral vascular ectasia, erosions or ulcers. Incidence of gastrointestinal disorders is considered to increase with the duration of renal failure, independent of dialysis modality. While uremia and dialysis have been linked to an increased risk of gastrointestinal tract lesions, pathogenesis of gastrointestinal dysfunction in end-stage renal disease is considered to be multifactorial and has not yet been clarified. In addition, conflicting data exist on the association of renal dysfunction with gastrointestinal disorders, and there are no explicit guidelines for the management of co-morbid gastrointestinal problems in patients with concomitant renal failure. Herein, we review the common upper gastrointestinal disorders that occur among dialysis patients, with an emphasis on prevalence, pathogenesis and diagnostic strategies.
  • Thumbnail Image
    Item
    Yenidoğanda Dirençli Supraventriküler Taşikardi Olgusu
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Acehan, Gülten; Arcagök, Baran Cengiz
    ÖZET Supraventriküler taşikardi yenidoğan döneminde diğer yaş grubu çocuklara göre klinik olarak daha ağır seyret mektedir. Hastaları sinüs ritmine döndürmek için ilaç tedavisi, senkronize kardiyoversiyon, ablasyon tedavisi gibi yöntemler kullanılmaktadır. Bu makalede yenidoğanda çeşitli antiartitmik ajanlara ve senkronize kardiyoversi yona yanıt alınamayan dirençli supraventriküler taşikardi olgusu sunulmuş ve antiaritmik ilaçların dikkatli kulla nılması, senkronize kardiyoversiyona bağlı ciddi komplikasyonların önlenmesi için hazırlık sürecinin ve atakların tekrarlanmasını önlemek için taburculuk eğitim sürecinin önemi vurgulanmıştır.
  • Thumbnail Image
    Item
    Transvaginal Specimen Extraction in Minimally Invasive Colorectal Resections: Initial Experience of a Tertiary Referral Hospital
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Bayraktar, Onur; Esen, Eren; Bengür, Fuat Barış; Erenler Bayraktar, İlknur; Aytaç, Erman; Bilgin, İsmail Ahmet; Baca, Bilgi; Güngör, Mete; Karahasanoğlu, Tayfun; Hamzaoğlu, İsmail
    ABSTRACT Purpose: The aim of the present (this) study is to present the initial experience of a single team on specimen extraction from the vagina after laparoscopic or robotic colorectal resections. Patients and methods: Between January 2010 and April 2015, ten female patients whose resection specimens had been extracted transvaginally after robotic or laparosopic colorectal resections were evaluated in terms of short and mid term postoperative outcomes. Results: 10 cases were included. The operations were robotic rectal resections for cancer (n=6), laparoscopic total colectomy for transverse colon tumor (n=1), single port laparoscopic transumbilical right colectomy for Crohn’s disease (n=1), laparoscopic rectal resection for endometriosis (n=2). In one patient, a vaginal bleeding occurred on postoperative day 7 and a vaginal tampon was inserted and the bleeding was stopped. One patient had a urinary tract infection, it was treated with proper antibiotic therapy. The median postoperative hospital stay was 5 (4-9) days. No mortality occurred. Conclusion: Transvaginal specimen extraction is feasible after colorectal resection and could prevent additional skin incision and its potential complications.
  • Thumbnail Image
    Item
    Bir Hemşirelik Bölümündeki Öğrencilerin Ruhsal Bozukluğu Olan Bireylere Karşı Tutumları ve İlişkili Faktörler
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2019-10-01) Şahin,Gizem; Amancalı, Murat; Sayın, Safiye Ayşenur; Yakar, Atakan; Buzlu, Sevim
    ÖZET Amaç: Bu araştırma, Hemşirelik eğitimi alan öğrencilerin ruhsal bozukluğu olan bireylere karşı tutumlarının ve bu tutumlar ile ilişkili faktörlerin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı tipte planlandı. Çalışma Planı: Tanımlayıcı tipte yapılan bu araştırmanın evrenini bir vakıf üniversitesinde hemşirelik eğitimi alan 233 öğrenci, örneklem grubunu ise katılmayı kabul eden 214 öğrenci oluşturdu. Araştırmanın verileri; etik kurul ve kurum çalışma izinleri tamamlandıktan sonra, “Kişisel Bilgi Formu” ve “Ruhsal Hastalıklara Yönelik Toplum Tutumları Ölçeği/RSTTÖ” kullanılarak 19 Ocak-22 Şubat 2016 tarihleri arasında toplandı. Araştırmanın amacı katılımcılara açıklandı ve yazılı onamları alındı. Bulgular: İkinci sınıf hemşirelik öğrencilerinin “İyi Niyet” alt boyutu puan ortalamasının diğer sınıflara (p=0,001), daha önce öğretim programı bitiren öğrencilerin “Korku/Dışlama” alt boyutu puan ortalamasının bitirmeyenlere (p=0,03), daha önce Ruh Sağlığı ve Psikiyatri Hemşireliği dersi almayan öğrencilerin “İyi Niyet” alt boyutu puan ortalamasının alanlara (p=0,036) ve çevresinde ruhsal bozukluğu olan herhangi bir birey olmayan öğrencilerin “İyi Niyet” alt boyutu puan ortalamasının olanlara (p=0,005), ailede psikiyatrik tedavi alan ya da muayeneye başvuran birey bulunmayan ve daha önce herhangi bir şikâyet nedeniyle psikiyatrist ya da psikoloğa başvurmayan hemşirelik öğrencilerinin “İyi Niyet” (p=0.028, p<0.05; p=0.007, p<0.01) ve “Toplum Ruh Sağlığı İdeolojisi” (p=0.042, p<0.05; p=0.003, p<0.01) alt boyutları puan ortalamalarının, diğerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Bu araştırma sonucunda, teorik ve uygulamalı eğitimin öğrencilerin tutumlarını değiştirmede yeterince etkili olmadığı görülmüştür. Bu doğrultuda; hemşirelik eğitim müfredatında kırılgan gruplar ve yaşadıkları damgalama, ayrımcılık, sosyal dışlanma gibi psikososyal sorunlara yönelik uygulamalar planlanması önerilmektedir.