Araştırma Makaleleri

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 6
  • Öge
    Mide Ülserli Hastalarda Endoskopi Tekrarı Akılcı Bir Yaklaşım mı?
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Saruç, Murat; Böler, Deniz; Karaarslan, Mehmet; İnce, Ümit; Raşa, Kemal; Uras, Cihan; Çakmakçı, Metin; Tözün, Nurdan
    ÖZET Giriş ve Amaç: Midede izlenen lezyonlarda benign olanlar ile malign olanların ayrımında tekrar endoskopi gerekliliği yaygın olarak kabul edilmiş bir yaklaşımdır. Fakat klinik pratikte hastaları ikinci veya üçüncü gastroskopi için ikna etmek kolay olmamaktadır. Gastroenteroloğun kendi kliniği tabanlı verileri ile endikasyonlarını kontrol etmesi, hastalarına kanıta dayalı tıp uygulayabilmesi için gereklidir. Bu çalışmada kliniğimizdeki tekrar endoskopi endikasyon ve sonuçlarını değerlendirdik. Yöntem: Tekrar endoskopiyi kabul eden ve ilk endoskopisinde malign olduğu kanıtlanabilen lezyonu olmayan hastalar çalışmamıza alındı. Hastalar son tanı, tanıya ulaşabilmek için gereken endoskopik işlem sayısı ile endoskopik ve patolojik bulgular yönünden değerlendirildiler. Bulgular: Gastrik ülserli seksen üç hastaya tekrar endoskopisi yapıldı. Ortalama endoskopi sayısı 2.15 idi. Dokuz hastada 3, 3 hastada 4 endoskopi işlemi gerekli olmuşken, hiç bir hastada 5.kez endoskopi işlemi yapmak gerekli olmamıştır. Seksen üç hastanın 77’sinde tekrar endoskopide ülser gözlenmedi. Fakat 6 hastada (%7.2) malign ülser olduğu kanıtlandı. Bunların 4’ü ikinci endoskopide tanınırken, iki hastanın tanısı ancak 3. işlemler sonrasında doğrulanabildi. Hastaların 5’inde gastrik adenokanser bulunurken, diğer olguda gastrik lenfoma saptandı. Beş gastrik kanserli hastanın 2’sinde (%40) erken mide kanseri olduğu görüldü. Sonuç: Çalışma sonuçlarımız gastrik ülser saptanan hastalarda tekrar endoskopilerinin gerekliliğini doğrulamaktadır. Olgularımızdaki malignansi oranı %7.2’dir. Bu yüksek oran klinisyeni ve endoskopisti tekrar endoskopileri yaparak gastrik ülser iyileşmesinin doğrulanması gerekliliği konusunda cesaretlendirmelidir.
  • Öge
    Kifoskolyozlu Böbrek Taşı Hastalarında Perkütan Nefrolitotomi Operasyonu
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Eren Murat, Tuğrul; Şahin, Ahmet; İnci, Kubilay; Bilen, Cenk Yücel; Özen, Haluk
    ÖZET Amaç: Konjenital kifoskolyozlu hastalarda özellikle perkütan nefrolitotomi gibi (PNL) endoürolojik ameliyat endikasyonu olduğunda bu operasyon, hastaların bozuk ve tahmin edilemeyen anatomileri ve göğüs duvarında solunumu güçleştirecek değişiklikleri olması nedeniyle anesteziyoloji ve cerrahi açıdan zorlayıcı olabilmektedir. Biz bu çalışmamızda kliniğimizde böbrek taşları için perkütan nefrolitotomi yapılan konjenital kifoskolyotik hastaların operasyonları ile ilgili bilgiyi ve deneyimimizi sunmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Kliniğimizde böbrek taşları için PNL operasyonu planlanmış 5 kifoskolyotik hastanın verileri gözden geçirildi. Üç erişkin ve bir çocuk hastanın toplam 7 renal ünitesine 8 PNL operasyonu yapıldı ( ortalama yaşları 43,4 olan 1 kadın, 2 erkek erişkin ve 10 yaşında bir çocuk hasta). PNL planlanmış kırk yaşında kifoskolyotik bir hastaya ise başarısız akses nedeniyle retrograt intrarenal cerrahi yapılmak zorunda kalındı. Operasyon öncesi bütün hastalar, böbrek anatomisi ve taşların yeri/boyutunu belirlemek için kontrastsız spiral bilgisayarlı tomografi (BT) ve/veya intravenöz piyelografi ile değerlendirildi. Hastaların uygun pozisyonları alıp alamayacakları ve akses yapılacak bölgeleri preoperatif fl uoroskopi altında ve BT görüntüleri eşliğinde değerlendirildi. Hastalar mekanik ventilasyon gereksinimi olabileceği için postoperatif anestezi bakım ünitesinde 24 saat izlendi. Bulgular: Tüm renal ünitelerin ortalama taş yükü 434, 2mm.2’ydi. Taşların dördü alt polde, ikisi pelviste, biri orta polde, biri de üreteropelvik bileşke-proksimal üreterde bulunmaktaydı. İki renal ünitenin taşları multipldi. Bir hastada aynı tarafta üreter taşı da vardı. Ortalama hastanede kalış süresi 7,6 gündü. Operasyonlar sonrası PNL yapılamayan hasta hariç tüm hastalar taşsız taburcu edildi. Anesteziyoloji departmanı operasyon sonrasında hastaları postoperatif yoğun bakım ünitesinde izledi. Hiçbir hastada uzamış mekanik ventilasyona gereksinim duyulmadı ve vital bulgularda ciddi bir değişiklik gözlenmedi. Sonuç: Kifoskolyotik hastaların PNL operasyonları hem ürolog hem de anestezi için zorlayıcı olmasına rağmen güvenilir ve başarılıdır. Ancak bu hastalarda preoperatif olarak iyi görüntüleme ve plan yapılmalıdır. Başarılı akses yapıldığında ve fl eksibl nefroskopi kullanıldığında ameliyatın parametreleri diğer PNL operasyonlarından farklı olmamaktadır.
  • Öge
    Dev Araknoid Granülasyonların 3T MR Görüntüleme Bulguları
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Aksoy, Özcan Ümit; Dinçer, Alp
    ÖZET Amaç: Bu çalışmada amacımız dev araknoid granülasyonların 3T MR görüntüleme özelliklerinin değerlendirilmesidir. Hastalar ve Yöntemler: Eylül 2008-Şubat 2009 tarihleri arasında değerlendirilen MR incelemelerde izlenen araknoid granülasyonlardan 5mm ve daha büyük olanlar ile sinus çapında %50’den fazla yer kaplayan AGlar çalışmaya dahil edildi. MR incelemeler 3 Tesla MR cihazında gerçekleştirildi. T2 ağırlıklı turbo spin eko; kesit kalınlığı 5mm, TR 3300ms, TE 102ms, FoV 230, rezolusyon 512, averaj 2, Sapma açısı 120°, bant genişliği 100 Hz/Px, voksel boyutu: 0.6×0.4×5.0. İki radyolog tarafından yapılan değerlendirmede AG’ların en geniş boyutu, yerleşimi, morfolojisi, kalvarial ve vasküler yapılarla ilişkisi not edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 20 hastada (ortalama yaş 36.3) 23 dev AG saptandı. Sağ transvers sinuste 11, solda 9; straight sinüste 1; torculer herofi lide 2 AG (ortalama çap 7.9 mm) saptandı. İzlenen tüm AG’ların santralinde sinyalsiz odak şeklinde vasküler yapı izlendi ve “nokta işareti” olarak tanımlandı.Nokta işareti ve AG ile vasküler yapı ilişkisi MR venografi ile demonstre edildi. Sonuç: Araknoid granülasyonların tanısında 3T MR görüntüleme güvenilir ve ayrıntılı bilgi sağlamaktadır. Bu çalışmada 5mm’den büyük tüm AG’larda santral vasküler yapı ile uyumlu nokta işareti tanımlanmış ve ayırıcı tanıda yardımcı bir işaret olarak değerlendirilmiştir.
  • Öge
    Ciddi Sol Ventrikül Disfonksiyonuna Bağlı Kalp Yetersizliği Olan Kalp Cerrahisi Hastalarında Preoperatif Levosimendan Kullanımı
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Şenay, Şahin; Toraman, Fevzi; Dağdelen, Sinan; Karabulut, Hasan; Alhan, Cem
    ÖZET Amaç: Bu çalışmada ileri derecede sol ventrikül fonksiyon bozukluğuna bağlı kalp yetersizliği olan kalp cerrahisi hastalarında preoperatif levosimendan kullanımının klinik ve hemodinamik etkilerini değerlendirmeyi amaçladık. Çalışma planı: Kardiyopulmoner bypass altında kalp cerrahisi planlanan sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ≤ %30 olan 10 hasta prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Hastalara operasyondan 4 saat önce başlanıp toplam 24 saat devam edecek şekilde 0.1 mcg/kg/dk dozunda levosimendan uygulandı. Operasyon öncesinde, postoperatif 5. gün ve 1. ayda sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ölçümleri yapıldı. Postoperatif dönemde 0,4,6,12 ve 24. saatlerde kardiyak indeks, pulmoner kapiller uç basıncı, sistemik vasküler rezistans indeksi, pulmoner vasküler rezistans indeksi, ortalama arteryel basınç, santral venöz basınç, ortalama pulmoner arter basıncı ölçülerek kaydedildi. Bulgular: Tüm hastalara koroner bypass operasyonu yapıldı, ek olarak bir hastada aort kapak replasmanı, bir hastada triküspit kapak tamiri, bir hastada mitral kapak tamiri, bir hastada da sol ventrikül anevrizmektomi işlemi yapıldı. Hastaların ortalama Euroscore puanları 6.5±2.7 idi. Postoperatif dönemde intaaortik balon pompası kullanımı gerekmedi. İnme, böbrek yetmezliği, major infeksiyon ve 1 aylık mortalite gözlenmedi. Pulmoner kapiller uç basıncı postoperatif dönemde istatiksel olarak anlamlı bir şekilde azaldı (p =0.001). Hastaların ortalama takip süresi 11.6± 5.7 ay (range: 4–17) idi. Geç dönemde mortalite veya tekrar kardiyak girişim gereksinimi gözlenmedi. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ölçümleri (operasyon öncesinde; postoperatif 5. gün ve 1. ayda) 27.5±3.1; 37.1±5.4 ve 40.3±10.7 (%) olarak gözlendi (p=0.01). Sonuç: İleri derecede sol ventrikül fonksiyon bozukluğuna bağlı kalp yetersizliği olan kalp cerrahisi hastalarında operasyon öncesi levosimendan kullanımı hemodinamik fonksiyon ve klinik sonuçları iyileştirebilir.
  • Öge
    Nöroşirürjide Rezeksiyon Cerrahisi ile Stereotaktik Beyin Biyopsilerinde İntraoperatif Tanı - Başarı ve Başarısızlık Ölçütleri
    (Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2010-01-01) Sav, Aydın
    ÖZET Amaç: Sinir sisteminin hastalıklarının cerrahi ve medikal tanı/tedavilerinde kullanılan bir yöntem olan intraoperatif tanı cerrahi rezeksiyon ve stereotaktik girişimlerde kullanılır. İntraoperatif tanı yöntemlerinin özgüllüğü, duyarlığı ve genel doğruluk derecesi tanı / tedaviye katkıda bulunan intraoperatif tanı ölçütlerinin çözümlemesidir. Materyal: Marmara Üniversitesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü Patoloji Laboratuarına 1995-2003 yılları arasında gelen cerrahi rezeksiyon materyali (n=529) ve stereotaktik beyin biyopsilerine (n=368) [toplam=897] İOT’larda kullanılan dokundurma ve ezme preparatlar tekrar değerlendirilmiştir ve İOT’lerle parafi n blok tanıları karşılaştırılmıştır. Bulgular: Rezeksiyon cerrahisi ve stereotaktik biyopsilerde sırasıyla özgüllük %98 / 91, duyarlık %99.2 / 97 ve genel doğruluk derecesi %97.2 / 96.8 dir. Rezeksiyonlarda duyarlığı etkileyen lezyonlar infl amatuar lezyonlar, normal hipofi z, nöronal-glial tümörler, abse iken, stereotaktiklerde reaktif nörosellüler ve nöropil proliferasyonları, abse / serebrit ile infeksiyonlardır. Buna karşılık, özgüllüğü etkileyen lezyonlar ise, rezeksiyon materyalinde metastazlar, ensefalomalasi, lemfoma/lösemi, pilositik astrositoma ile normal nöral dokudur. Ortalama tanı süresi 20.2 dakikadır. Tartışma: I. Başarısızlıkların çözümlenmesinde neler ile karşılaşılır? 1. tümörün derecesini belirleyen tüm kriterlerin yapılan örneklemede izlenmemesi; 2. tümörün tüm bileşenlerinin örneklenmemiş olması; 3. yüksek dereceli tümörlerde hücre tipinin belirlenmesindeki zorluk; 4. glial tümörlerde vasküler proliferasyonun VEP olarak yorumlanması; 5. klinik ve radyolojik bulguların bildirilmemesi; 6 “radyasyona bağlı atipi”nin tümör olarak yorumlanması; 7. nekroz ve “reaktif atipi” ile seyreden infl amatuar lezyonların tümör olarak yorumlanması; 8. düşük dereceli tümörlerin “reaktif atipi” olarak yorumlanması; 9. Stromadan zengin tümörlerin neoplastik hücrelerinin yaymalara düşmemesidir. II. Başarısızlıklar nasıl önlenir? 1. Nöroşirurjiyen ve nöroradyolog ile birlikte çalışmalıdır. 2. İyi donanımlı (doku hazırlama teknikleri, ameliyathane-patoloji fi zik mekanlarının koordinasyonu) 3. Deneyimli (nöroradyoloji, nöropatoloji bilgi birikimine sahip) bir ekip çalışmasıyla sağlanabilir.